29 Nisan 2008 Salı

Oradan Buradan...





Pedro Almodovar’ın Hable Con Ella (Konuş Onunla)’sında son sahnede tiyatro sahnesine dansçılar çıkar ve bir müzik eşliğinde dans ederler. İşte benim en sevdiğim parçalardan biridir bu parça. Bir de In the Mood For Love’ın soundtrack’ini çok severim.

Nereden geldi aklıma şimdi bu parçalar bilmiyorum. Bugün biraz hüzülüyüm sanırım. Bu parçalarda hüzünlü olduğundan bunları dinlemek istedim. Sabahtan beri kulağımda melodileri var.

Görüşmeyeli neler yaptın derseniz. 23 Nisan’da bir sürü plan yapmıştık, bayrama ineceğiz, yürüyüş yapacağız vs. Ama havanın kapalı olması ve totoro’nun komşuları “bayram öğleden sonra olacakmış” diye konuşurken duymasıyla evde oturmaya karar verdik. Süper bir kahvaltı ettik. Sonra ben TRT’ye bir daldım bir daha başından kalkamadım. Önce kısa bir belgesel vardı. Sonrasında saat 13:00’te “Uluslararası Çocuk Şenliği" başladı ve ben sonuna kadar izledim. Çok eğlenceliydi. Küçüklüğümde de hep izlerdim. En son bizim Efe’ler çıkınca çok duygulandım. Minicik çocuklar nasıl da güzel oynadılar. Folklor oynama hevesi doldu içime. Maymun iştah buna deniyor galiba. İlkokul’da Artvin yöresi oynamıştık çok güzeldi.

Aklıma gelmişken totoro’yla bizim bir de dans maceramız var. Daha evli değilken dans kursuna başlamıştık. Önce tango ile başlayan serüvenimiz salsa ile bitti. Tango için gelen dans hocası çok sert ve ukalaydı. Sonraki hocamız ise bir harika. Hatta onu tanıyanlarınız vardır belki. Dans yarışmasında Asuman Krause’nin eşiydi “Mişa”. Bu kısaltılmış ismi, asıl adı nedir bilmiyorum. Rus kendisi. Mikhail’dir büyük ihtimalle. Neyse işte biz salsayı çok sevdik ve bir süre kursa devam ettik. Sonra bizim düğün tarihi yaklaşmaya başladığında ilk dans müziğimizde güzel dans etmek için Mişa’dan özel ders almaya karar verdik. Parçamız Enrique Iglesias’tan “Hero”. Mişa bize öyle bir koreografi yaptı ki uygulamaya imkan yok. Tabi biz bir şey diyemiyoruz, harika oldu ama biz bunu yaparsak bütün akrabalar, tanıdıklar herkesin diline düşeriz. Ki zaten benim gelinlikle öyle hareketlere girişmem imkansızdı. Totoronun beni kucağına alıp döndürdüğü bir bölüm, benim onun dizine oturup başını okşadığım bölüm ve sertçe beni itip tekrar kendine çektiği bölüm, hatta burada öp demişti de biz yok daha neler demiştik :) Ama ne yapsın şarkı sözlerine uygun bir koreografi hazırlamıştı. Neyse biz bu koreografinin bir parçasını kullanmayı düşündük ve ilk dansımızda koreografinin vals bölümlerini uygun melodide yaptık. Hala düğün cd’mizi izlerken ikimizde elimizi yüzümüze kapatıp “rezillik” diye bağırıyoruz. Vals yapmak kolay değil tabi, zıplıyor gibi görünmüşüz. Ben gelinlikle zaten zor yürüyordum bir de vals yapmaya çalışınca komedi olmuş. Neyse bu düğün olayını atlayalım. Aklıma gelince kızarıyorum. Çok dağıtmışım çünkü. Çok eğlendim ama kamera çekimini izleyince ne kadar çok oynayıp, gülüp, konuştuğumu görüyorum ve şaşırıyorum. Gelinler şöyle hanım hanım, kibarcık olmazlar mı? İşte bende ondan eser yoktu :)

23 Nisan’la devam edelim. Öğleden sonra sahile inip Gürcistan ve Ukrayna’dan gelen çocukların danslarını izledik. Çok hoşuma gitti. Bol bol alkışladım. Çünkü televizyonda alkışlamayanları görünce çok kızmıştım. Kılıç kalkan’ı çok güzel oynadı yavrucaklar.

Haftasonu ise misafirim vardı. Sevgili dedem ve babanem. Onları yoracak da olsa evimi görmek istemişler. Amcam getirdi onları. Tabi bizim minik (En küçük kız kardeşim) de peşlerine takılmış. Elimden geldiğince iyi ağırlamaya çalıştım. Güzel bir haftasonu oldu. Çok da hızlı geçti. Yemek, bulaşık, minik’in derslerine yardım, aman amcam sıkılmasın film izleyelim, erken kalkalımlarla :) Amcam çok uyuyamaz, sabahın 6’sında uyanmış. Lavaboya giderken bir baktım gözler fal taşı gibi yatağında yatıyor. Dedim boşver Uzunbacak, bugün uyumayıver. Sabahın 6’sında cumartesi cumartesi amcama dedim, gel tv izleyelim totoroyu alıp başka odaya geçirdim, amcama tv’yi açtım. Kahvaltı hazırladım vs.vs.vs... Ne zamandır uyuşukluğum üzerimdeydi bu haftasonu canlandırıcı bir etki yaptı bende...

Aslında yeni sipariş edeceğim kitaplardan ve izlediğim filmlerden de bahsetmek istiyorum... Bir sonraki yazıda umarım.

21 Nisan 2008 Pazartesi

Farklı Bir Dünya ...


Sevdiğim bir konuda yazmak çok eğlenceli olacak. Arkadaşlarımla sohbet ederken en çok keyif aldığım sohbet konusu kitaplar. Sonra sinema, çizgi filmler, çocukluk anıları ve diğer bir sürü şey geliyor… Ama dediğim gibi kitapların ayrı bir yeri var. Belki de farklı bir dünya olduğu için. Sizin o kitabı okurken gittiğiniz yerleri, hissettiğiniz duyguları bir diğer kişiyle paylaşmak mutluluk verci.

Şu an okuduğum kitabı arkadaşlarım önerdi. The Fountainhead – Hayatın Kaynağı diye bir kitap. Ayn Rand kitabı 1943 yılında yazmış ve 1949 yılında da sinema filmi çekilmiş. Kitabın konusu şu şekilde ilerliyor.

Parlak genç bir mimar olan Howard Roark okulun geleneksel düzenine uygun çizimleri reddetmesi nedeniyle mimarlık okulundan son senesine kovulur. Roark okuldan kovulmasını engellemek adına hiçbir şey yapmaz, onun isteği Henry Cameron’un yanına gidip onunla çalışabilmektir. Henry herkesin yüzkarası olarak nitelendirdiği, sıradışı çizimleriyle sadece bir süre halkın ilgisini çekebilmiş, son zamanlardaysa hiç de gözde olmayan, Roark’un hayranlık duyduğu mimardır. Roark’ın kiracı olarak kaldığı evin sahibinin oğlu olan Peter Keating ise okulunu birincilikle bitirir ve New York’a taşınarak prestijli bir mimari firmasında çalışmaya başlar. İşte ben henüz bu bölümlerdeyim. Peter’in iş hayatı ve Roark’ın çabaları. Yaratıcılığın karşısındaki klasik yöntemler ve değişiklikten korkan insanlar ... Hoşuma gitti. Şimdilik çok başındayım. Ama bu tarz okumak isteyenlere önerebilirim. İnsanı düşündüren kitaplardan. Bitirdiğim zaman hislerimi yazarım. Okuyanlarınız varsa hislerinizi dinlemek hoşuma gider.

Bu kitaptan önce de Kraliçe’nin Soytarısını okudum, sürükleyici hoş bir kitaptı. Belki çoğunuz okumuştur. Ya da Boleyn Kızı’nı okumuşsunuzdur. Ben Boleyn Kızı’nı almak yerine bu kitabı almıştım. Boleyn Kızı’nın filmi izlerim diye düşünüyorum.

Bu aralar okuduğum diğer kitaplar da şunlar:

Akşam Güneşi – Reşat Nuri Güntekin: Yazarı çok sevdiğimden bu kitabı da çok seveceğimi düşünmüştüm ama açıkçası beğenmedim. Sürükleyici değildi. Birkaç ay önce Çınar’ın tavsiyesiyle Bir Kadın Düşmanı’nı okumuş ve beğenmiştim. Akşam Güneşi de netten kitap seçerken gözüme ilişmiş ve almıştım. Farklı bir kitaptı, tasvirler, karakterlerin ruh hallerini anlatışı falan güzel olsa da beni içine alamadı. Reşat Nuri’den favorilerim sırasıyla: Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Acımak, Yaprak Dökümü

Sevdalım Hayat – Zülfü Livaneli: Hoş bir kitaptı. Zülfü Livaneli’nin sıra dışı çocukluğu, yaşadıkları, sürgün hayatı vs. o dönem hakkında birçok şeyi öğrenmemizi sağlıyor. Keyifle okudum. Sadece son bölümlerinde biraz heyecanımı kaybettim, ama öneririm.

Latife Hanım – İpek Çalışlar: Çok güzeldi. Atamızın bilmediğimiz bir yönü. Aşık bir kadının tutkuları, istekleri ve karşısında çok büyük bir amacı olan bir erkek. Atamızın kararlılığı, azmi, çalışkanlığı ve ülkesini ne kadar çok sevdiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Ayrıca Latife Hanım’ın da biz Türk kadınları için neler yaptığından bahsediyor. Kitabı okuduktan sonra kendisine çok saygı duydum. Herkesin bilip öğrenmesi gerek bence…

Babam, Oğlum, Torunum – Emre Kongar: Güzel bir kitaptı. Yakın Türkiye tarihi Emre Kongar’ın aile yaşantısıyla bir arada anlatılıyor. Biyografi tarzındaki kitaplardan hoşlandığımdan zevkle bitirdim. Kızlarıma Mektuplar da güzelmiş ancak onu okuyamadım. Totoro okumuş ve çok beğenmiş. İkisini de tavsiye ederiz.

Şimdi gelelim elime alıp başlayamadığım ya da bir türlü ilerleyemediğim kitaplara. Yanlış anlamayın kitapların bir suçu yok. Sorun yanlış zamana denk gelme olayı. Yoksa hepsini okumak istiyorum.
Diriliş – Tolstoy: 100 sayfa kadar okudum. Çok da güzel gidiyordu. Ama şirkette bir İngilizce sınavı yapılacak ve geçemeyenler maaş zamlarını alamayacaklardı. (İşe ilk girerken sınavı atlayamayanlara- bende atlayamadığımdan) Tabi benim birinci amacım bu sınavı geçmekti. Kitap rafa kaldırıldı… Hala bekliyor. Hemen söyleyeyim sınavımı da geçtim hem de birincilikle…
Huzur – Ahmet Hamdi Tanpınar: Bu kitapta da 80 sayfa kadar ilerledim. İtiraf ediyorum ağır ilerleyen bir kitap ama keyifli. Ben öyle ağır ilerliyor diye kitabı sevmeyen biri değilimdir. Ama o aralar başka başka kitaplar da ilgilimi çekti ve Huzur arada kaynadı. Ama kesinlikle okuyacağım. Hatta “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü de almıştım. Onu da okuyacağım.

Siyat Süt – Elif Şafak: İşte bu bilerek bıraktıklarımdan. Merak ettim aldım. Hemen de okumaya başladım. Diğer kitabımı okurken araya sıkıştırdım yani :) Ama sonra vazgeçtim. Çünkü lohusalık dönemindeki bunalımlardan bahsediyor. Okuyup öğrenmek güzel tabi de. Ruhani varlıklardan falan da bahsediyor. Benim de en korktuğum şey. Hatta o gece riyamda korkunç şeyler gördüm. Hem okumak istiyorum hem de etkilenip lohusalık dönemimde aklıma getirim diye okumamak. Totoro’ya sen okuyup öğrenir misin dedim tamam dedi. Sanırım öyle yapacağız. Zaten yazar suya yazar gibi yazmış. Hatırlanmak için değil unutulmak içinmiş kitap. Ama ben kesin unutamam :)

Totoro’da bugünlerde bir sürü kitap okudu, ama ben daha onunkilerden pek okumadım. “İşkolik” diye bir kitap almıştı onu okudu ama beğenmedi. Pek de beğenmez her kitabı beyefendi. Sonra İlber Ortaylı’dan – Osmanlı’yı yeniden keşfetmek, Trevor Homer - İlklerin Kitabı vs. vs. O kendi kafasına göre netten sipariş veriyor ben de kendi kafama göre. Geçinip gidiyoruz bu şekilde :)

İleriki günlerde okuyacağım kitaplar da: Çınarcımdan aldığım “Puslu Kıtalar Atlası” ve başlayıp bitiremediğim yukarıda saydığım kitaplar. Totoro balığa gitmek istediğini söyledi, o oltasıyla uğraşırken bende kenarda kitaplarımı okur kısa sürede yeni kitaplara yer açarım, yaşasın :)

Güzel bir kitap sohbetiydi… Görüşmek üzere…

Hayatın tadı: Neşeli, sakin, tasasız


çek çek kürekleri

mavi denizde

neşeli, sakin, tasasız çıkar

hayatın tadını


İşte haftasonu o kadar pırıl pırıl bir gökyüzü vardı ki, bu melodi dolandı durdu beynimde. Susam sokağının kontu söylüyordu sanırım. Her zaman "neşeli, sakin, tasasız çıkar" bölümünü unuturum. Netten baktım artık ezberledim.

Haftasonu hızlı, yorucu ama bunlara değecek kadar da keyifli :)

Cuma günü sabahtan akşama kadar süren toplantı sonrasında eve gidince bir ohhh çektim. Totoro arabayı sanayi’ye götürdü, bir yerlerine baktıracakmış. Bende o gelene kadar soframızı hazırladım. Sonra bir güzel göbekleri şişirdik. Evde yayılıp “Asi” izleyecektim ama son anda haberimiz olan bir doğum günü kutlaması için hemen kalkıp giyindik ve arkadaşlarımıza gittik. Neyse ki ev sahipleri de “Asi” hayranı. Nedir bu “aSi” hayranlığı demeyin öyle işte ne yapalım… “Lost”, “Prison Break”, “Heroes” hepsi tatilde “Grey’s Anatomy’nin bendeki bölümlerini de bitirdim. Elimde kalan tek şey “Asi” :) Yedik, içtik, izledik, sohbet, kahkaha. Eve gelince de duş alıp, kitabımdan bir parça okuyup uyumuşum.

Cumartesi sabahı 06:30’da kalkıp, gezecek olmanın verdiği büyük bir neşeyle yola koyulduk. Yolculuk sever biri olarak güneşin de verdiği huzurla pek keyifliydim. Arabayı da totoro kullanmak istediğinden, bana da yayılıp etrafı izlemek, müzikleri ayarlamak ve kitabımı okumak kaldı.

İlk önce Cevahir’e gidip arabayı park ettik. Orada biraz atıştırıp gezdikten sonra, Adresistanbul’a gittik. Eşim ilanını görmüş tutturdu gidelim diye. Büyük bir yer değil, biz ikea benzeri bir yer bekliyorduk. Genelde dekorasyon firmaları var. Bir tane kitaplık beğendim orta boy 900 €. Hiçbirşey almadan çıktık tabi.

Sonra taksim’e gittik. Çok kalabalıktı. Çok da renkli. Orada şöyle bir gezinmek bile içimin kıpırdamasını sağlıyor. Kitapçılara girdik, çiçek pasajından geçtik, Saint Antoine Kilisesini gezdik, Ara Cafe’de yemek yedik, Cezayir sokağında bir cafe’nin teras katına çıkıp manzara eşliğinde tatlı ve çay keyfi yaptık. Ara Cafe'de bonfile yedim, harikaydı. Ben neden böyle pişiremiyorum. Isırdığımda nefis bir tat bırakıyordu. Ne çok sert ne çok yumuşaktı, enfesti. Çok iyi biftek, bonfile pişiririm diyenler bana söyleyebilirler mi? Bunun sırrı ne? Öncesinde ne hazırlığı yapılıyor? :) Neyse bu konuyu uzatmayayım. Hemen ağzım sulandı hem de sabah sabah. Bendeki mideyi düşünün artık ...

Anlacağığınız çok hoş bir gündü benim için. Arkadaşlarla buluşamadık ama olsun bir dahaki sefere umarım. Bütün bunlardan sonra da tekrar cevahire dönüp alışveriş yaptık. Koçtaş’tan bir kitaplık aldık. Duvara monte orta boy. Aslında kocaman bir kitaplık istiyorduk. Şimdiki evimiz müsait ama kendi evimiz olmadığından ve belki ileride lojmana çıkabileceğimizden büyük bir şey alamadık. Totoro Koçtaş’ta çok mutlu oldu. Ne zamandır almak istediği matkap, tornovida, alet çantası gibi istediği malzemelere kavuştu. Çok da uygun olması onu ayrıca mutlu etti.

Söylemeden geçemeyeceğim. Cevahir’de dolaşırken bir baktım kuzenim. Kendisi Ankara’da okuyor ilk senesi. Totoro birden biz Ankara'da mıydık olmuş :)) Şok geçirdik cümleten. Yanında da bir arkadaşı. Hemen yanıma geldi "Ablaaa" diye. Suratı bembeyaz oldu. Okulla gelmişler bir seminer için geziyorlarmış. Neyse fazla kurcalamadım. Zaten her türlü benden çekinmesine gerek yok ama totoradan çekindi galiba. Uçuk kaçık bir kız değildir. Günübirlik gezmeye gelmiş olabilir gayet normal bence. Annesinin de haberi var okulla diye bilse de :) Komik bir durumdu yani, kırk yılın başı gezmeye gelmiş onda da beni gördü… Rahat vermedik anlayacağınız. Neyse halama birşeyi çaktırmadım, ona da inanmış gibi yaptım. Ama yine de artık İstanbul'a gelirken iki kere düşünür heralde :)

Pazar günü de kitaplık montajı, hangi kitapların yerleştirileceği, gazete, kitap okuma, nette takılma, market alışverişi, çamaşır vs. çabucak geçiverdi. Sadece totoro kitaplığın az kitap almasından dolayı üzüldü. Ben zaten tahmin etmiştim. O kitaplarımızın çoğunu alabileceğini düşünmüştü. Bense yarısını bile alamayacağını biliyordum. ama yine de işimizi gördü bence. Bazılarını da kutulayıp ardiyeye kaldıracağız mecbur, kendi evimiz olana kadar. Totoroyu da böyle teselli ettim, o da bana o zaman ev olayını düşünelim dedi. Ev fiyatları düşmüşken kredi çekerek olabilir tabi ama uygun ve güzel bir yer bakmak gerek. Hayırlısı. Aslında ev sahibimiz oturduğumuz evi satsa hiç düşünmeyeceğiz. Ne güzel olurdu. Belki ikna ederiz.

İşte böyle dinlendirici bir Pazar'la haftasonu bitti. Görüşmek üzere...

18 Nisan 2008 Cuma

Çizgi Filmler


Günaydın arkadaşlar,


Bana hoşgeldin diyen herkese çok teşekkür etmek istiyorum. Yorumlar bölümünde pek becerikli olmadığımdan ve belki gözden kaçar diye buraya yazmak istedim. Başta Sevgili Çınarcım olmak üzere Ahimsa, Sıdıka, Koza ve Tabiatana hepinizle tanıştığıma memnun oldum ve hoşbuldum diyorum :) Yorum bırakmasa da beni ziyaret eden diğer arkadaşlar da vardır. Onlara da merhaba...

Uzunbacaklı babam çizgi filminden bahsederken belki daha önce ziyaret ettiğiniz bir linki sizlere önermek istedim. http://www.realfiesta.com/ Burada çocukluğumuzun çizgi filmleri, çocukluğumuzun tv dizileri gibi bölümler var. Ben bunları okurken müthiş duygular yaşamıştım. Sizlerde de öyle olmasını umuyorum. Sevgili koza Uzunbacaklı babam'ın sonunu yorumlara yazdım ama yine de bu linkten daha fazla bilgi alabilirsin.

Saat 10:00'da bir toplantım olduğundan fazla yazamıyorum arkadaşlar. Aslında çizgi filmlerden bahsedince çok şey konuşup paylaşmak istiyorum. İzlerken hissettiğim duygular, aşırı etkilenmeler vs. Mesela Genki diye boks yapan bir çocuk vardı, çizgi filmin sonunda da bitiş müziğinde çocuk yan tarafta boks yaparken görünür hoşlandığı kız da masum ve üzgün bir halde dururdu yan tarafta. Sanki yağmur da olurdu. Tam net hatırlayamıyorum. Bu çizgi filmi kime sorsam hatırlamamıştı ama realfiesta'da bulunca o kadar mutlu olmuştum ki.

Bir firma kıyaslama ziyareti için geliyor. Notlarımı düzenlemeliyim. Toplantı olduğu içinde etek ceket giydim, biraz kiloda aldığımdan patlayacakmış gibi hissediyorum. Olsun varsın toplantılar olsun hiçbir şey canımı sıkamaz, bugün CUMA :))

Hem bu akşam istikrarla takip ettiğim tek dizi olan "ASİ" var. Karşısına geçip bir güzel yayılacağım. Yarın da liseden arkadaşlarla buluşacağım İstanbul'da, yaşasıınnnnn.....

Sınırı aştım, gidiyorum :( Görüşmek üzere...

17 Nisan 2008 Perşembe

Tanışalım

Uzunbacak ve Totoro tanıtımına hoşgeldiniz...



Öğle arası oldu… YABA DABA DUUU... Mesai bitimlerinde hep Fred’in iş çıkışında gösterdiği büyük sevinç gelir aklıma. Uça uça arabasına koşusu. Barni’nin de ona yetişmesi… Ne kadar da çok izlerdim taş devrini. “Öğle arası oldu” yazarken aklıma geldi. Şimdi okuldan çıkmış olsam yürüyerek, oyalana oyalana arkadaşlarla evin yolunu tutsak. Eve gelince bir kase dolusu eriğimi alsam ve sevdiğim çizgi filmleri izlesem. Dışarı çıkıp saklambaç oynasak, top oynasak, ağaçlara tırmansak, anneanneme gidip yer sofrasında karnımı doyursam, bahçesindeki salıncağa binsem, her çeşit meyveden yesem… Ahh ne kadar güzel olurdu. Ne kadar da güzel günlerdi.


Nereden nereye atladım… Halbuki öğle arası, fırsattan istifade tanıtım yazımı yazayım diyecektim. Tabi tanıtım deyince küçüklüğüm ve en mutlu anlarımın görüntüleri zihnimde uçuştu.

1981 yılında İstanbul’da dünya’ya geldim. Ailenin ilk çocuğuyum ve üç kardeşim var. İki erkek ve henüz 5. sınıfta olan bir kız kardeş. Yengeç burcuyum. Çok iyi ablalık yaparım. Yani öyle yapma böyle yap, öyle yeme şöyle ye, üstüne dökme, geç kalma vs.vs.vs. Vıdı vıdı yapma konusunda başarılıyımdır. Üç kardeşle gel de sen başaçık vıdı vıdı yapmadan. Tabi bu eskidendi. Çünkü artık farklı şehirlerdeyiz. Ayda bir kere bile zor görüşüyoruz. Onda da vıdı vıdı yapacak karışacak pek bir şey olmuyor. En fazla derslerine çalış, annemle iyi geçin gibi öğütler… En çok maceram benden 4,5 yaş küçük erkek kardeşimle vardır. Çünkü diğerlerinde yaş farkı açıldıkça kavga riski azalıyor. Mecburen söz dinliyorlar, kıskançlık vs. olmuyor. Mesela tombik’e çok bakmışımdır. Canım benim. Bir zamanlar 5. katta oturuyorduk ve ben o zaman ki zapzayıf halimle o tombik’i 5 kat yukarı taşıyordum. Görenler kızım göbeğin düşer diyorlardı:) Baktım derken abartmayayım, tabi ki her şeyini annem yapıyordu ama yine de ben de büyük yardımcıydım. Miniğimiz doğduğunda ise ben üniversite sınavlarına hazırlanıyordum ve 1 yaşındayken de artık yuvadan uçmuştum, üniversite sebebiyle.

Dediğim gibi büyük maceraları “Mihriban”la yaşamıştım. Şimdi erkek çocuğa niye Mihriban dedin diyeceksiniz. Mihriban türküsü ilk ünlendiği zamanlarda bunun çok hoşuna gitmişti ezberlemişti bizim zeki türküyü. Her yerde bunu söyletirlerdi “Mihri”ye… Çok eğlenceli olurdu. Aman dalga geçtiğimi duymasın. Şimdi ağır abi oldu kendisi. Gerçi içinde yine muzurun teki de dışardan görseniz sert dersiniz… Bana sökmez tabi. Küsersem hemen bir daha bana abla deme tribime girerim hemen ablacım olurum… Diğer kardeşciklerim zaten pek küstürmezler beni sağolsunlar…

İşte bu mihriyle biz acayip kavgalar ederken o benim saçımdan bir tutar saçımın yüzde 5’i elinde kalırdı. Bende tırnaklarımı koluna batırırdım. Tırnaklarımın içine et parçaları girerdi. Sonra da üzülürdüm. O üzülür müydü bilmiyorum. Bir keresinde de peşinden hışımla koşarken camlı kapıyı kapatmıştı da elim kapıya çarpıp kanlar içinde kalmıştı. Nasıl da korkmuştu safım …Neyse bu hikayeler bitmez. Kardeş hikayelerine de bir ara değinirim. İnsan bir başlayınca her şeyi anlatası geliyormuş.

İşte efendim ben Türkan ve Kadir’in kızı olarak büyüdüm. (Annem Türkan Şoray’a, babam da Kadir İnanır’a benzer(di.)) 17 yaşında üniversiteye gidip Endüstri Mühendisi oldum. 21 yaşında işe başladım ve beş yıldır çalışıyorum.

Üç yıl önce büyük aşkım Totoro ile iş münasebeti çerçevesinde tanıştık. Aynı şirkette çalışıyoruz. Ben masa başı, o üretim. Kendisi de 1981 yılında Karabük’te doğdu. Bir tane güzeller güzeli kız kardeşi var. Onun adını da “artis” koyalım. Çok tatlıdır görümcem. Üniversitede okuyor. Benden küçük. Abla olmaya alışık olduğumdan yakınlaşma sürecimiz çok kolay oldu. Zaten artis herkesle iyi anlaşır. Onların kardeş maceralarından bazılarına da eşime yazdırıp sizlerle paylaşmaya çalışırım. Eşim de 17 yaşında üniversiteye gitmiş ve askerliğini bitirdikten sonra işe başlamış.

İşte üç yıl önce tanıştıktan sonra görüşmeye başladık. Aslında bu ilk tanışma sayılmazdı. İkimizde üniversiteye gitmeden Karabük’te yaşadığımızdan birbirimizi görmüşlüğümüz vardı. İşte ortak arkadaşların varlığı, ortak konular olunca güven ve yakın hissetme süreci çabuk ilerledi. 1,5 yıl sonra da evlendik.

Evliliğimizin üzerinden 1,5 yıl geçti. Kendimi hala yeni evli gibi hissetsem de bayağı zaman olmuş.

Çekirdek ailemizi elimden geldiğince tanıttım. Tanıştığımıza memnun oldum.

Artık yemeğe gitmeliyim. Uzunbacak acıktı :)

Muhteşem Dörtlü

Yeni bir oyunla tanıştık
Nintendo’nun son oyunlarından
İleri teknoloji bir ürün
Gururla sunuyoruz
“Wii”

Bizi “Wii” ile tanıştıran Çınar ve Badem’e teşekkürler.

Yakın arkadaşlarımız Çınar ve Badem bizi yemeğe çağırdılar dün akşam. Çınar’ın yaptığı nefis soslu tavuk, fırında ıspanak ve her zaman çok güzel yaptığı ona özel salatasını yedik. Sofra pek şıktı her zamanki gibi. Çınar’ın İstanbul’dan aldığı şık şamdanlar, annesine diktirdiği ve benim hep kıskandığım masa örtüsü sofranın güzelliğini pekiştiriyordu. Bu güzel sofrada az yemek olmazdı. Yedik yedik şiştik. Zaten bizim diğer lakabımız “şişkolar”. Çünkü Çınar ve Badem’e göre her zaman daha çok yeriz. Tabi yemekten sonra yediklerimizi eritmemiz gerekiyordu. Çınar ve Badem’in yeni aldıkları “Wii” yi denemek istiyorduk hemen. Önce aşkım Totoroyla Badem bir tenis maçı yaptılar. Oyun, sizin hareketlerinize göre ilerliyor. Kumanda raket işlevi görüyor ve sizin hareketinizle top gidiyor. Çok eğlenceli görünmesine rağmen iyi oynayamam diye gözüm kokmuştu ama bir başlayınca harika olduğunu ve o kadar da zor olmadığını fark ettim. Ben kolumu hareket ettirmek yerine bacak ve zıplama hareketleri de yaptığım için komik ve tehlikeli olduğumu düşündüm ama çok da eğlendim. Herkese öneririm tabi maliyetini göze alanlara :)

Bizim için ayrıca çok iyi oldu tenis maçı yapmak. Totoro’nun bana sürekli tenis oynayalım ısrarları üzerine bu oyunun hevesini almasında birazcıkta olsa etkili olması konusunda umutluyum. Elbette ben de tenis oynamak istiyorum ama pek beceremiyorum. Çabuk yoruluyorum. Ve daha çok iyi öğrenemediğimizi düşünüyorum. Neyse 1-2 ay içerisinde kurslar başlar. Geçen sene ilk kursumuzu almıştık. Bu sefer daha da ilerleyip Totoro’nun büyük isteği olan karşılıklı maç olayını gerçekleştiririz umarım. Zaten geçen yaz benim için tam bir kabustu. Tenis kursu, yelken kursu sonra bir de İngilizce kursu başladı ki onu hiç sormayın daha sonra anlatırım… Hepsi çok güzel tabi de :( hepsine birden yetişmeye çalışınca, iş yorgunluğu, ev temizliği, her zaman bakımlı olma çabası, yemek, çamaşır, bulaşık… ahhh ahhh hem çalışıp hem dişi kuş olmak… Hakkını yemeyeyim Totorom bana çok yardımcı ama işte yine de cinsiyetten kaybediyorum.

Tekrar akşamımıza dönelim, en çok eğlendiğim bölümden bahsetmeden geçemeyeceğim. En tatlı an, Totoro ve Badem’in boks maçı yaptıkları andı. Kendilerinden geçtiler. Eller sürekli hareket halinde, şekilden şekle girmeler falan çok komiklerdi, bizi çok güldürdüler. O kadar hızlı hareket etmeye çalışmaları, hoplamaları, zıplamaları çok komikti. Tabi Çınar da hemen bu komik anı ölümsüzleştirmek için çekti pozları birer birer. Profosyonel olacak ya. Kursa da başlamışlar. Ne güzel artık bol bol çekerler bizi. Ben de poz vermeye alıştırayım kendimi… :)

Akşamın diğer güzel yanı da Çınar’ın İstanbul’dan aldıklarına bakmak ve bana getirdiği şeylerin mutluluğuydu. İstanbul gezisinden bana porselen bir demlik getirmiş, çok beğendim. Teşekkür ederim Çınarcım. Bir arkadaşımın bebeği için hazırlayacağım hediye paketi için de çok güzel bir kapı süsü getirdi. O kocaman şeyi nasıl da taşımış İstanbul yollarında. O kadar büyük olduğunu bilsem istemezdim. Zor duruma sokmuşum seni :(

Bugünlük bu kadar yazabileceğim. Eğer vakit bulabilirsem son okuduğum kitap, bugünlerde izlediğim filmler ve yeni okumaya başladığım kitabımla ilgili hislerimden bahsedeceğim. Diğer yazılarımda biraz da bilgilendirme yaparım. Aşkım Totoro’dan ve kendimden biraz bahsetmem gerek tabi. Bir sonraki yazım tanıtım yazısı olacak söz.

Aaaa unutmuşum bu arada benim adım “Uzunbacak”. Çınarcım’ın bana taktığı lakap. İtiraf ediyorum gerçekten de uzun bacaklıyım. Ve “Uzunbacaklı Babam (My Daddy Long Legs)” en çok sevdiğim çizgi film :)

Uzunbacak ve Totoro’nun ilerleyen bölümlerinde görüşmek üzere.

16 Nisan 2008 Çarşamba

Merhaba

1,5 yıldır sürdürdüğümüz evlilik hayatımızdan kısa öykülerle karşınızda olacağız. Sevinçler, hüzünler kısacası paylaşılmak istenen şeyler... Paylaştıkça azalan hüzünler ve paylaştıkça artan sevinçlerle...

Merhaba Dostlar diyerek başlamak istiyorum...