6 Ekim 2008 Pazartesi

Bayan olmanın güzelliği. Yemek, takı ve alışveriş üzerine...

Bu haftasonu çok hızlı geçti. Cuma akşamı komşularla sohbet. Cumartesi market, pazar, mangalda balık ve sonrasında arkadaşlara çay davetine gitme. Pazar günü de mutfak ve temizlik... Ve bir de eşimin hastalığı nedeniyle, çorbalar, nane limonlar...

Öncelikle dün akşam yaptığımız patlıcan salatasından bahsetmek istiyorum. Patlıcan'ı çok sevmeme rağmen patlıcan salatası hiç bir zaman favorim olmamıştı. Ama dolaptaki patlıcanları kullanmam gerekiyordu. Ben de patlıcan salatası yapmaya karar verdim. Canım mısır da çekince mısırlı patlıcan salatası oldu. Çok da yakıştı.



Sonrasında ağlayan kek yapmaya karar verdim. Geçenlerde bir arkadaşımda yedim ve çok beğendim. Kolları sıvadım. Güzel oldu ancak benim fırınım yavaş yavaş pişirmeyi beceremiyor sanırım. Hemen üstü kararıveriyor. Aliminyum folyo pişirirken zararlı deseler de bazen kullanmadan edemiyorum.



Bir de bugünlerdeki takı çılgınlığımdan bahsetmek istiyorum. Bir sürü takı aldım kendime. Değişik yüzükler, bileklikler, kolyeler... Beypazarı gümüşleriymiş kendileri. Şimdilik sadece bilekliklerin fotosu var daha sonra diğerlerininkini de eklerim. Belki siz de kendiniz daha değişiklerini yaparsınız.

29 Eylül 2008 Pazartesi



Uzun süredir aranızda yokum. Biliyorum biraz uzun oldu, hem zamansızlık hem de isteksizlik vardı. Ama sizleri takibi hiç bırakmadım. Bu sürede neler mi yaptım. Sofralar hazırladım, iftar davetlerine katıldım, bol bol yedim, bol bol sohbet ettim…

Bir de üzücü bir olay oldu. İş arkadaşım (Müdürlükte iki kişi çalışıyoruz) rahatsızlığı nedeniyle üç haftadır raporlu. Şimdi biraz daha iyiymiş, umarım tamamen iyileşir en kısa zamanda… Bu nedenle onun günlük işleriyle benim günlük işlerimin arasında kayboldum. Arada gelen ekstra işler de olunca iş yeri yorucu geçmeye başladı… Akşamları da yemek hazırlığı, davetler vs... Ama işte sonunda tatil geldi. Şimdi yol heyecanı var içimde, valizleri hazırladık, hediyeleri aldık, süslendik ve yarım günlük çalışma süremiz dolunca da memleket yolculuğuna çıkacağız.

Akşama kayınvalideme iftara, daha sonra da annemlere çay içmeye gideceğiz. Tabi bizimkiler yine her zamanki gibi bayram alışverişini sona bırakmışlardır. Küçük kız kardeşim abla benimle alışverişe gel diye tutturacak. O kalabalıkta gezmeyi hiç sevmesem de bayramda önemli olan çocukların mutluluğu diye düşünüp, katlanacağım.

Şimdi hatırladım da anneannem bayramda bize mendil verirdi ve beni en mutlu eden hediye o olurdu nedense… Anneannemi, babaannemi, dedelerimi herkesi çok özledim. Özellikle de onlarla vakit geçirmek istiyorum. Çünkü bazen onlara bir şey olacak diye çok korkuyorum ve mümkün olduğunca çok zaman geçirmek istiyorum.

Ben on yaşıma gelene kadar babaannemlerle birlikte yaşamışız. Annem ve babam çok genç evlendikleri için. Evde büyük amcam(babamdan büyük), halam ve küçük amcam da vardı bir süre. Çok eğlenceli bir evdi. Herkesin gözbebeğiydik kardeşimle birlikte. Zavallı küçük amcam bizden çok çekti :) Dedem ne istesek yapardı… Hala çok düşkündür bizlere. Tabi pabucumuz biraz dama atıldı. Şimdi bizim üç ve dört numara daha gözde. Bizimkiler ve babaannemler karşılıklı dairelerde oturuyorlar. Küçük kız kardeşim de sürekli orada. Artık ona olan düşkünlüğün fazla olması normal, ben evlendim barklandım, uzaklarda kaldım :) Hatırlıyorum da ben evden uzakta çalışmaya başlayıp ev tuttuğumda, sen şimdi orada bulaşık yıkamakla uğraşıp yorulma diye bana bulaşık makinesi almıştı, Canım dedem …

İşte bu bayrama girerken içimde özlem var. Ailemle zaman geçirmeye özlem. Biraz gidip kayınvalidemlere “gelinlik” yapma özlemi. Kardeşlerimle kahkahalara boğulma özlemi vs. vs. Umarım güzel bir bayram olacak.



Hepimizin bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Bayramınız mübarek olsun…
Nice bayramlara…

28 Ağustos 2008 Perşembe

Düşlerimin Prensi - Goong

Bu aralar kendimi lise çağlarındaki kızlar gibi hissediyorum. Çünkü lise dönemlerinde böyle dizileri izlerdim :) Ama yeniden hoşuma gitmeye başladı. Anime dizilerden zaten hiç kopmadım ama pembe dizi tadındakilerden ne zamandır izlemiyordum. Çok beğendim, çok eğlendim izlerken. Çok da romantik bir dizi bence…



TRT1’de hergün 16:00 civarında yayınlanıyor. Yayın saati sürekli değiştiği için kesin bir saat veremiyorum. 24 bölümlük kısa bir Kore dizisi ve bugün 22. bölüm yayınlanacak sanırım. Ben merak edip netten hepsini ingilizce altyazılı olarak izledim.



Sonu beni çok tatmin etmedi. Daha çok detay göstermelerini bekliyordum sanırım. Ama yine de çok güzeldi.

http://www.india-forums.com/forum_posts.asp?TID=741459

Buradan bütün bölümlerini izleyebilir ya da indirebilirsiniz.

Not: Dizinin müzikleri de enfesti. Şu an çalmakta olan Perhaps Love ve Crystal Flower.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Neden?

Neden Anlamadım ama Foto ekleyemiyorum!!!

Tembelliğe Rağmen...

Şu an canım hiç bir şey yapmak istemiyor. Çok yorgun hissediyorum kendimi. Eve gidip uyumak istiyorum. Tabi alışverişe de çıkabilirim. Alışveriş canlandırır beni :) Bekleyen işler, yapılacak planlar var ama bende de isteksizlik var. Aslında bir haftadır çok hareketli ve güzel zaman geçiyorum. Hepsinden bahsedeceğim birazdan. Bu halsizliğimi de dün akşamki tenis maçımızın beni yormasına bağlıyorum. Aslında ilk defa bu kadar eğlenerek oynadım, ama yoruldum da. Çınar, Badem ve Totoro ile güzel bir akşam geçirdik yine…

Anlatacak çok şey var ama nereden başlasam?

Haftasonu Sapanca’ya gittik. Güral Sapanca diye yeni bir otel açılmış. Otelin mimarisi, odaları vs çok güzeldi. Havuza girdik, orman havası aldık, hamaklarda bol bol tembellik yaptık. Genellikle bebekli aileler vardı. Minicik bebişler ve etrafta dolaşan biraz daha büyük çocuklar… Çok tatlılardı. Aslında daha ayrıntılı bilgiler vermek isterdim ama bu halsizlik!!! En iyisi bol foto koyarak durumu kurtarmak.

Bir gece Sapanca’da kaldıktan sonra Pazar günü İstanbul’a geçtik. Hava çok sıcaktı. Allah’tan alışveriş merkezleri var :) Ama öncesinde Kız kulesine uğrayalım istedi eşim. O taraflardan geçerken aklına gelmiş. İkimiz de daha önce Kız kulesine gitmemiştik. Sonra bir baktık cebimizde 15 milyon var. Alışveriş merkezine gidiyoruz orada nasıl olsa bankamatik var diye telaş yapmamıştık. Kredi kartlarına çok güvenmek de iyi olmuyor. Neyse ki gidiş dönüş tek kişi 5 milyonmuş.

Kız kulesine çıktık. En üst kattaki cafe’de camları açmışlar. Süper esiyor. Oturduk kahve içtik. Orada kart geçiyormuş Allah’tan. Sonrasında da Capitol’e geçip konser saatini bekledik. İstanbul’a gidiş amacımız Tarkan konseriydi. Saat 20:00 gibi konser alanındaydık. Aşırı kalabalıktı. 21:00’da konser başladı, eğlenceliydi. Bol bol oynadım. Ama etrafımdaki insanlara bakınca biraz şaşırdım. İnsanlar sanki sinemaya gelmiş gibiydiler. Sigara yasak olmasına rağmen herkes içti :( Aslında uyaracaktım ama keyiflerini bozmayayım dedim. Sadece duman üzerime gelince bir kişiyi uyardım o da özür diledi. Beni şaşırtan bir şey de yanımdaki bayanın önlerde olmamıza ve Tarkan’ı gayet rahat görmemize rağmen büyük ekrana dönüp (Tarkan solda, ekran sağda ) çekirdek yiyerek büyük ekranı seyretmesiydi… Belki de öyle hoşuna gidiyordur :) Bense şarkılar söyledim, oynadım vs vs. Onlar da beni garipsemişlerdir belki :) Değişiklik oldu bizim için. Tabi dönüş yolunun eziyetinden bahsetmek istemiyorum. Gece 02:30’da evimizde olduk. Hızlı ve rahat geldik. Ama benim uyursam eşim de uyur kaza yaparız diye bir fobim olduğundan, bayılacak durumlara gelip yine de gözümü açık tutmaya çalışmalarım eziyetti. Olsun ne yapalım…

İşte son zamanlarda olanlar. Aslında başladığım kitaplar, izlediğim filmlerden de uzun uzun bahsetmek isterdim…

Kısaca değineyim:

Sinema:
Vantage Point, The Bucket List, Enchanted, Baba Serisi, Güney Kore sinemasından-İhtiyar Delikanlı ve İntikam Meleği, Zor Ölüm – 4

Kitap:
Ruhlar Evi’ni merak ettiğimden diğer başladığım kitaplara ara verdim. Ruhlar Evi’ni merakla okumaya devam ediyorum. Olasılıksızlık da dikkatimi çekti birkaç sayfasını okudum, devam edeceğim. Puslu Kıtalar Atlası beklemede…

19 Ağustos 2008 Salı

Yaşasınnnnnn!!!

Yaşasın...
Çınar bir müjde verdi.
Sanırım bu haftasonu sevdiğimiz blogcu arkadaşlarımızdan ikisi bizim şehrimize gelecekmiş... :))

Hemen haftasonu gelse. Eminim çok eğlenceli olacak...

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Aşık Roman

Sevgili Sıdıka beni sobelemiş. Ne kadar güzel. Konu da: AŞK, yani en sevdiğim aşk romanları.

“En sevdiğim” kelimesi işin içine girince biraz aklım karışıyor ama yine de ilk aklıma gelen ve en çok sevdiğim sanırım benim de “Çalıkuşu”. Okurken gerçekten çok etkilenmiştim.

Sonra aşkı anlatan, hissettiren kitaplar diye düşündüğümde. Bir çırpıda heyecanla okuduğum ve aşkın farklı yönlerini bana öğreten kitap “Geri Döneceksin”-Maeve Binchy aklıma geliyor.

Üçücü olarak da Kumral Ada Mavi Tuna’da Tuna’nın aşkını söyleyebilirim.

Biraz kısa bir sobe yazısı oldu ama aklıma gelenler bunlar ;)

Son Zamanlarda Ben

Uzun süredir yazamıyorum. İş arkadaşımın tatilde olması nedeniyle işler bendeydi. Ama sonunda iş arkadaşım geldi ve düzenimiz eskiye döndü. Artık fırsat bulabiliyorum gizli kaçamaklarıma :) Neler oldu neler?

Haftasonu kayınvalidemler vardı. Bebek baskısı yaptılar biraz. Çok hoşuma gitmedi :)Yine de onlara da kızamıyorum, isterler tabi. Ama bir kere söyleseler yeter. Onlar on kere söylediler diye fikir değiştirecek değiliz ya. Neyse hareketli ve güzel bir hafta sonuydu.

Kendime takma tırnak aldım. Nasıl kullanılır hiç bilmiyorum. Uzun süre yapışık kalıyorsa da takmam zaten. Ama baktım tırnaklarım sürekli kırılıyor bir deneyeyim dedim. Daha önce kullananlarla konuşup karar vereceğim.

Hafta içi Çınar ve Badem bize yemeğe geldiler. Çok hoş bir akşamdı.


Masamız...


Çınar :)

Çınar ve Badem için, en çok da Totoro için Cheesecake yaptım. Herkes çok beğendi. Özellikle kayınvalidem. Bu “çizikek”i bana da öğret dedi. Dr.Oetker’den aldığım paketi ve püh noktası olarak labne peyniriyle, süzme yoğurt kullanmasını önerdim. Üzerine de çilek soslu jöle. Cheesecake severlere duyurulur. Ama bir gün bekleyince tadı daha güzel oluyor bence.

Sıdıka’cım beni sobelemiş yazmaya çalışacağım. Düşünme aşamasındayım.

Kahkül kestirdim. Sürpriz doğum günü resimlerinde fark etmişsinizdir belki. Birazcık değişiklik bile insana iyi gelebiliyor.


Kahkül ben :)

Facebook maceralarım devam ediyor. Üniversite’de çok yakın olduğum ama daha sonra aramıza bir sorun yaşanıp konuşmadığım arkadaşımla, ortak arkadaşlar vesilesiyle yeniden konuşmaya başladık. Ama elbette eskisi gibi yakınlık olmuyor. Güven bir kere gitti mi gelmiyor. Ama anıları hatırlayınca hep iyiler geliyor insanın aklına kötüler hatırlanmıyor. Kimseyle dardın kalmak istemem. O nedenle güzel oldu. Bir kez daha yaşasın facebook :)

Bu aralar çok alışveriş yaptım :( Çok eğlenceli, çoğunu da indirimden aldım ama artık dur demeliyim kendime.

Bir haftadır kitap da okuyamıyorum. Sürekli koşturmaca ve yorgunluk ama kararlıyım bu akşam başlıyorum Puslu Kıtalar Atlası’na.

Şimdilik bu kadar, sonraki yazım Sıdıka’nın sobesi olacak.

Görüşmek üzere.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Değerli İnsanlar...

İnsanın kendisine değer veren arkadaşlarının olması ne kadar güzel bir duygudur. İşte ben de o şanslı insanlardan biriyim. Dün akşam o kadar mutluydum ki, biraz da utangaç.

Sürpriz bir doğum günü partisine katıldım dün akşam. Aslında eşimin doğum günüydü dün. İki hafta önce de benim doğum günümdü ama tatilde olduğumuzdan dolayı bir kutlama yapmamıştık. İkimize ortak doğum günü partisi planlanmış. Sürpriz bölümü bana…

Birazcık anlasam da durumu, tam emin olamamıştım.



Sevgili Çınar’cım her şeyi planlamış. Bizden önce gidip masayı çok güzel renkli boncuklarla süslemiş. Bir çerçeve içerisine bizim resimlerimizi koymuş ve masanın üzerine yerleştirmiş. Gittiğimizde Çınar ve Badem bizi bekliyorlardı. Masayı görünce çok duygulandım ama çaktırmamaya çalıştım. O yüzden her zamanki çenebazlığımla konuşmamış olmalıyım ki Çınar beni biraz durgun bulmuş. Aslında mutluluğa duygusallığın karışmasındandı sanırım.

Daha sonra diğer arkadaşlarımız da bize katıldılar. Sohbet çok keyifliydi. Saatin bile farkına varmamışız. Son olarak da özel olarak yaptırılmış ve üzerinde Totoroyla benim fotoğrafım olan pastamız geldi. Üfledik, kestik ve yedik :)

Her şey çok güzeldi. Bütün arkadaşlara çok teşekkürler.

Ama tabi ki en çok da ÇINAR’ıma …

Not: Bu arada hediyelerimizi de çok beğendik. Hepsi gerçekten çok güzel, kullanışlı. Totoro özellikle senin hediyenle ilgilendi Çınar'cım. Dün akşam hemen inceledi. Özenle yerleştirdi :)

18 Temmuz 2008 Cuma

Yengeç




Çok uzun zamandır burç falıma bakmadığımı fark ettim. Evlendiğim iki yıldan beri... Önceden de çok düşkün olmasam da ara sıra ilgilenirdim. Beyaz atlı prensim ufukta mı diye? :)

YENGEÇ

Yönetici Gezegeni:Ay
Element:Su
Nitelik:Öncü
Uğurlu Sayıları:3,7
Gün:Pazartesi
Uğurlu Taşı:Beyaz, deniz mavisi, gümüş
Renk:Beyaz, deniz mavisi, gümüş
Hayvan:Deniz kabukluları
Bitki:Hezaren çiçeği, nilüfer, kenger otu

Yengeç Burcu Kadını Genel Özellikleri

Yengeç burcu kadını hoş bir mizaca sahiptir. Evcimen,sıcak kanlı, dürüst ve iyi niyetlidir. Romantik ve maceraya düşkün olduğunu da söylemek mümkün. Yengeç burcu kadını özellikle evine, ailesine, alışkanlıklarına ve geleneklerine fazlasıyla bağlıdır. Genel anlamda anaç bir portre çizer, ev ortamını ve evle ilgili her şeyi çok sever.İdeal anneler bu burçtan çıkar.

Duygusal anlamda oldukça hassastır ve sezgileri kuvvetlidir. Etrafındaki kişilerin ona karşı niyetlerini kolayca fark edebilir. Yengeç burcu kadını çok kolay kırılıp incinebilir. Çevresindeki insanlarda daima iyi niyet ve şefkat arar.

Yengeç burcu kadını cömerttir, fakat savurgan değildir. Tasarruf ve birikim yapmayı fazlasıyla sever. Kendisini güvende hissetmek için maddi anlamda güçlü olmak ister. Yengeç burcu derin duygu ve düşüncelere sahiptir. Kendi hakkında konuşmaktan kesinlikle hoşlanmaz, fakat başkalarına ilişkin konularda fikir yürütmekten keyif alır.

Yengeç burcu kadını eleştirilmeyi sevmez ve olumsuz yönlerini kabul etmekte zorlanır. İkili ilişkilerde partnerine fazlasıyla sadık, fakat bir o kadar da kıskançtır.Onun için asıl olan sevgidir.

Günlük Burç Yorumu (18.07.2008)
Duygusallığınızın birden artacağını sevilme ve sevme hislerinizin de yoğunlaşacağını söylemeliyiz. Bu sizi günlük işlerden uzaklaştırabilir. Hatta işleriniz sırasında geri planda kalmayı tercih edebilirsiniz. Duygusal yönden oldukça sadık olduğunuzu ve sevdiğinizin de size güçlü bağlarla bağlandığını hatırlatırım.

(Bugün işlerde geri planda kalma gibi bir hakkım yok, işler başımdan aşkın ve geri planın imkanı yok:))

17 Temmuz 2008 Perşembe

Son Günlerde Olup Bitenler...

- Ayn Rand adlı yazarın Hayatın Kaynağı romanını bitirdim. Çok etkileyici bir kitaptı. Şiddetle tavsiye ederim. Düşündüren bir kitap. Ben zevkle okudum. Ama çok uzun ve bazen ağır ilerleyebiliyor onu da söyleyeyim :)

- Facebook'a yeniden kavuştum. İş yerinde yeniden girilebiliyor. Nasıl oluyor anlamadım. Bir var bir yok :)) Ama zaten işlerin yoğunluğundan pek bakılamıyor bu ara :(

- Kiraze'yi okumaya başladım. Çok sürükleyici buldum. Dün gece 1'e kadar okudum. Bitmesine az kaldı. Aslında biraz daha farklı birşey bekliyordum sanırım. Hem Kiraze'nin kitabın ortalarına kadar ortalarda olmamasını garipsedim hem de Türk bir yazarın Osmanlı'yı olumsuz göstermesi biraz değişik geldi. Sevilen padişahlarımızın hep iyi gösterilmesine alışmışım galiba.

- Bugün periyodik muayeneye gittim turp gibiymişim maaşallah :)

- Biraz önce bir stajyeri yanıma yolladılar, bilgi verebilir misin diye. Kızcağız önce burası neresi diye sordu? Yani hangi bölüm? Gülmemek için kendimi zor tuttum. Bana da gönderirken oradan bilgi almak istiyor demişlerdi. Neyse biraz anlattım. Bol bol da öğüt verdim. Yaşlandığımı hissettim :))

- Geçenlerde kız kıza buluştuk. Çok eğlendik. Hepsinin yanında zenci gibi kaldım :) Çınarcım yoktu ne yazık ki. Dönüşünü sabırsızlıkla bekliyorum. Umarım o da kararmıştır da aramızdaki fark çok fazla olmaz :))) (Çok yanmamak için elimden geleni yaptım ama hemen kararıyorum :))

- Çınar yok, apartman komşularının hepsi de tatilde... Bu boşluk beni yalnız hissettiriyor. Çocuk cıvıltılarını özledim :) Önümüzdeki hafta da iş yerinde sadece ben ve müdürüm olacak. Bu yalnızlığa da alışmalıyım. Neyse ki hepsi bitecek :)

- Wanted filminden bahsetmek istiyordum. Oldukça ilginç bir filmdi. Imdb'den 7.4 puan almış. Ben çok beğendim. Sadece bazı yerlerinin açıklanmaması merakımı doyurmadı. Aslında filmdeki ana konuyla alakası olmasa da "O makina ne alaka" gibi bir soru kafamı kurcalayıp durdu. Yani kurgu da olsa bir yere bağlanmalıydı sanki makinanın kaynağı :) (Merak etmeyin filmi açıklayan bir ipucu değil)Aksiyon dolu, sürükleyici film. Sinemada izlemenizi öneririm.

- Haftasonu kayınvalidemler gelecek. Sıkı yönetim başladı :)) Aman gözümden bir şey kaçmasın. Aman güzel yemekler yapayım vs. vs. Ama öncelere göre daha rahatım bu durumlara alışmaya başladım artık sanırım.

- Hiç spor yapamıyorum bu aralar. Yediklerime de dikkat etmiyorum :( Göbeği biraz eritmek lazım ama doktor da boy kilo oranın iyi deyince bir rahatlama oldu. Ama Totoro her akşam koşuyor ve az yemeye başladı, kararlı zayıflayacak :) Keşke ben de daha hırslı olsam.

Bu mola çok güzeldi ama hemen işime dönüp rakip analizi tablolarımı hazırlamalıyım. İş hayatı devam ediyor...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Tatil Gibisi Yok

İçim büyük bir yaşama sevinci ile dolu…

On beş günlük tatilin sağladığı motivasyonla iş yerinde mutlu bir gün geçiriyorum. Dönmek zor olsa da tatilin verdiği mutluluk hala içimde :)

Gelelim yaptıklarımızı anlatmaya:

Sanırım 1000 tane fotoğraf çektim. Eşim bazen bana sinir oldu :) Ama çok eğlenceliydi.

İlk gün Afyon’daki otelimizde konakladık. Başlangıç için çok güzeldi. Termal sularda yüzmek, türk hamamı keyfi, kese, köpük ve aroma terapi masajıyla bütün stres ve sıkıntılarımızdan arındık. Sabah kahvaltının ardından Antalya’ya doğru yola çıktık ve dört saat sonra otelimize ulaştık. Otelimiz yine çok güzeldi. Bu ikinci gidişimizdi ve ne kadar güzel bir otel olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Açık havada sinema keyfi, havuzda ilk dalış denemeleri, aquapark’da kaydırak keyfi, enfes yemekler, akşamları canlı müzik keyfi, hamakta kitap, eşimle badminton müsabakalarımız, İspanyollarla birlikte kupa finali vs. Tatilimizin ilk altı günü otelde bu gibi aktivitelerle geçti. Tabi bu arada ben daha önce hiç gitmediğim için Düden ve Manavgat Şelalerini ziyaret ettik. Bir akşam otelin açıkhava sinemasında Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı’nı izledik, bir akşam da “Wanted”ı izlemek için Migros’a gittik.

Otel fotoğrafları


Yemek yemeyi çok seven ben :)



Şelale gezimiz


Oteldeki günlerimiz bittikten sonra yola koyulduk. Öncelikle Kemer’de eşimin akrabalarına uğradık. Daha sonra Tahtalı’ya gittik. 2365 m yükseklikte olan dağa teleferikle çıktık. Pek keyifliydi ve bazen korkutucu :) Tahtalıdan çıkıp Çıralı’ya ulaştık, Yanartaş’ı görmeden geçmek olmazdı ama bilseydim o kadar eziyet çekeceğimi görmem derdim. Öğlen sıcağında bir kilometre tırmandık ve yanartaşa ulaştık. En keyifli yanı dönüştü. Çok zor tırmandığınız yerden hoplaya zıplaya iniyorsunuz. Bir de biz çıkarken etrafta kimse yoktu çok korktum. Bir yerden yılan vs. çıkar diye :(

Çıralıyı da bitirdikten sonra Olympos’ta yemek yedik ve kendimizi serin sulara bıraktık. Artık Kaş’a gidebilirdik. Her yerimiz ağrıyordu, ama mutluyduk. Kaş’a ulaşıp kendimize bir pansiyon bulduk. Arka caddelerde olmasına rağmen manzarası harikaydı. Zaten Kaş’ta manzaraya hayran olmamak elde değil.

Yanartaş-Tahtalı-Olympos


Evet işte bundan sonraki iki günümüz turlarla geçti: Saklıkent safari turu ve Kekova tekne turu. İkiside çok eğlenceliydi.

Saklıkent turunda; kanyon yürüyüşü, çamur banyosu ve derede yıkanmak, Xanthos antik şehri, Patara ve Kaputaş plajları vardı. Kaputaş’ın manzarası harikaydı. Zaten bu güzellik bozulmasın diye başında jandarma bekliyor. Bu turun eğlenceli bir yanı da Saklıkent kanyonunda kendini suya bırakma aktivitesi. Kaynağın olduğu yerden kendinizi bırakıyorsunuz ve su sizi sürüklüyor. Rehberler karşıda sizi bekliyor ve hemen kenara alıyorlar. Baştan da sizi korkutuyorlar duramaz giderseniz Patara’dan çıkarsınız diyorlar. İlk başta korkmuştum ama bizim arabada olan ekip arkadaşlarımız Fransız bayan ve 10 ve 15 yaşlarındaki çocuklarının katıldığını görünce ben de katıldım. İyi ki de öyle yapmışım eğlenceliydi ve korkulacak bir şey yoktu. Aslında kaynak suyuna ayağımı sokunca dondum diye totoro’nun başının etini yemiştim o yüzden sen yapma istersen dedi bana işte o zaman daha çok yapmak istedim :) Bu sefer donmadım, ama totoro çok üşümüş ve dizini de taşlara sürtmüş :(

Kaputaş-Xanthos-Saklıkent


Kekova turu’nda ise Kekova-Batık Şehir’e gittik. Antik şehirleri görmek çok etkileyiciydi. Pırıl pırıl sularda yüzmek de öyle. Mavi mağara’ya girmek için kaptanımız çok uğraşsa da başaramadık. Olsun içeriye girmeden de görülüyor. Zaten ekip olarak girer de çıkamayız diye panik olup kaptanı vazgeçirdik. Akıntı fazlaydı çünkü. Beni en çok etkileyen yer ise turun son durağı olan Kaleköy’dü. Manzarası harikaydı. Roma döneminden ve daha öncesinden kalan mezarlar vs. Bir de ekip çok eğlenceliydi. Kaleye tırmandık ama bizimkilere yetmedi en uç noktaya tırmanalım dediler. Zorlu bir tırmanış oldu ama manzara harikaydı. Dönüşte’de rehberimizin önerisi üzerine el yapımı dondurma yedik. Gidenlere öneririm, yemeden dönmeyin. Benimki şeftaliliydi, sanki gerçek şeftali yiyordum kokusu ve tadı çok güzeldi. İnsanlar çok dost canlısıydı. Kaleköy’ü çok sevdim. Rahmi Koç’un bir evi varmış orada, çok sevdiği için yılda iki üç kez gelirmiş.

Kaş-Kekova-Kaleköy


Kaş gezimiz doğum günümde eşimin beni Mercan lokantasına götürmesiyle bitti. İlk defa kılıç balığı yedim, eşim de lagos. Bir de şefimizle resim çektirdik :)

Ertesi sabah Kaş’tan Eskişehir’e geçtik. Porsuk çayının etrafında gezindik. Çınar’cımın tavsiyesiyle “Acıktım”da yemek yedik. Gerçekten güzeldi Çınar’cım.

Ertesi gün ise ailemizin yaşadığı şehre gidip iki-üç gün kalıp evimize döndük. Ve ben hafta sonu neredeyse hiç evden çıkmadım. Biraz temizlik çoğunlukla da televizyon başında keyif yaptım. Çok eğlenceliydi.

İşte tatil hikayem. Umarım herkesin tatili kendisini mutlu eder. Tatil’in her türlüsü mutluluk verici diye düşünüyorum.

Tatil’e gidecek olanlara iyi tatiller diliyorum.

Yolculuk hikayem birazdan :)

27 Haziran 2008 Cuma

Büyük Gün :)

Evet arkadaşlar işte sonunda büyük gün geldi...

Yarın sabah tatil maceramız başlıyor...

Hoşçakalın, kendinize iyi bakın...

Dönüşümde güzel haberlerinizi görmek sevinmek istiyorum. Özellikle Sıdıka'nın buluşmasının detaylarını merak edeceğim :=))

Sayonara ...

25 Haziran 2008 Çarşamba

Planlar hemen gerçek olsa ...

İşte tatil yazımla karşınızdayım.

Tatile çıkamayacaklar okumasın :)

Hemen planımızı anlatayım.

Cumartesi sabah altı gibi yola çıkacağız ve yavaş yavaş doğayı izleyerek ve sık sık mola vererek ilk durağımız olan Afyon’a ulaşacağız. Afyon’da "Korel" isimli otelde bir gece konaklayacağız. Termal havuz vs. olaylarına katılıp sağlık otelini inceleyeceğiz. Belki bir masajla tatile daha rahat başlarız ne dersiniz?

Pazar sabahı güzelce karnımızı doyurup Antalya’ya doğru yola çıkacağız. 5 saatlik bir yolculuktan sonra otelimize varış. Daha önce balayımızda kaldığımız ve çok beğendiğimiz otelimizde 6 gece konaklayacağız. Bu sırada otelin sağladığı olanaklardan olan aqualand’de bol bol vakit geçireceğiz. Çünkü ben kaymayı çok seviyorum. Yunus gösterilerini izleyeceğiz, bol bol yiyeceğiz. Her şey dahil bir otel olmasa da sabah kahvaltısı ve akşam yemekleri enfesti. Bayılmıştık gerçekten. O kadar güzel ki aç gözlü gibi davranmıştık. Bu seferde çok yiyip göbekleri şişireceğimize eminim. Ama bol bol yüzüp telafi etmeye çalışacağız. Ayrıca otelin bir bölümünde tenis, badminton, dart, mini golf ve yağlı boya alanı var. Oralarda da vakit geçirmeyi planlıyoruz. Balayında yaptığımız yağlı boya resim pek güzel olmamıştı. Ressam gelmeden başlayıp yanlış yapmıştık. Ama bu sefer tecrübeliyiz. :) Otelde akşamları animasyon vs. olmadığından akşamları da otelin spor salonunda geçirebiliriz. Squash’ı deneyebiliriz mesela. O kadar yedikten sonra bir şeyler yapmak lazım değil mi?




Bir haftamız böyle geçtikten sonra son dört beş günümüzü de bir pansiyonda kalıp çevre gezilerine ayırmak istiyoruz. Saklıkent, Kaş-Kalkan tekne turları vs. Umarım eğlenceli olacak.

Aslında planımız bu sene Fethiye’ye gitmekti ama orada istediğimiz otelin indiriminden yararlanmak için bir hafta önce aramak gerekiyordu. Biz de bir hafta öncesine kadar bekledik ve internetten oda durumlarını kontrol ettik. Odalar müsaitti. Hatta iki gün önce aradığımda da müsait dediler. Ama işte tam bir hafta önce arayınca o odalardan kalmadığını ve indirimli kalamayacağımızı söylediler. Çok üzüldüm. İnternet sitelerinde hala müsait gözüküyordu ama oradan alınca oda indirimsiz oluyor. Nasıl olur dedim, sistem hatası dediler. İndirimsiz oda fiyatı da çok yüksek olduğundan bütün planlarımızı değiştirdik. Çok da fena olmadı. Fethiyedeki otelde kaydırak da yoktu hem hıhh… Madem bizi istemediler biz de başka yere gideriz değil mi? Gerçi aynı otelin Antalya'da olanına gidiyoruz ama olsun :)

Yine çok heveslendim…

Yaşasın Tatil...

İki arada bir derede kalmak :)

Aslında şu anda hiç vaktim yok ama nedense azıcık da olsa yazmak istedim. Biraz rahatlamak için belki de. Cumartesi tatile çıkıyoruz bu nedenle de iş yerindeki işleri yoluna koymak gerekiyor. Çok stresliyim. O işi mi yapsam, bu işi mi? Hangisini önce bitirsem?

Bir de Pazartesi akşamı kardeşim geldi. Onunla ilgilemeye çalıştım. Amcam ve yeğenim de yemeğe kalıp gittiler. Çok güzel oldu ama geleceklerini son anda söyleyince yine stres yine stres… Akşamları da valiz planı, aman buzdolabındakileri tüketelim, neyimiz eksik, ilk defa arabayla gideceğimiz için rota planı, arabanın muayenesini yaptıralım, arabada dinlemek için cd oluştur, kuaför derdi (her zamanki kızsal kuaför muhabbetleri) vs. vs. vs.

Çok yoruldum. Ama değecek sanırım. Az kaldı dayanmalıyım.

Şimdi de Serdar Ortaç’dan Şeytan çalışıyor radyoda “Hayaaaat beni neden yoruyosunnn”. Tam da bana uyduğunu düşündüm…

Bugün işleri yoluna koyup bir yazı daha yazıp tatil planımızın detaylarını vereceğim. Belki önerileri olan da olur…

Bu stres dolu yazının ardından mutluluk dolu yazımla karşınızda olacağım sevgili dostlar ;)

Görüşmek üzere…

Gülmece:

19 Haziran 2008 Perşembe

Tatil İstiyorum

Merhabalar,

Son zamanlarda neler mi yaptım?

Avatar’ın çekilen bütün bölümlerini bitirdim.

Full Metal Alchemist’i de bitirdim. Ama final bölümünü bilgisayar açmadı bir sorun var galiba o yüzden sinir oldum :)

Kitabımda 600’lü sayfalara geldim.

Haftaya tatile çıkacağız, çok mutluyum.



Bugünlerde ev hanımlığım tuttu. Mutfaktan çıkmaz oldum. Bazen mutfak beni çok mutlu ediyor.

Facebook’ta takılmaya başladım yeniden :)

Eşimle balkon sefalarımızı sıklaştırdık, çok memnunuz.



Türkiye-Çek maçını apartmanca (apartmanda 4 aileyiz) izledik. Çok eğlendik, hopladık, zıpladık. Sık sık da "İstediğimiz gibi bağırabiliriz nasıl olsa rahatsız olacak başka kimse yok" deyip güldük. Cuma günü Hırvatistan maçını yine hep birlikte izleyeceğiz. Umarım yine kazanırız.

Eşimle günübirlik baş başa bir kaçamak planlıyoruz. Umarım gerçekleşir. Sapanca’da havuz, güneş ve göl manzarası…



Açelyam açtı, iş yerindeki menekşem de… Çiçekleri çok seviyorum :)

Düzenli olarak tenis oynamaya başladık bir de gün ayarlama sorunu olmasa… Bir gün eşimin işi çıkıyor, bir gün benim :(

Koşu olayı da çok rahatlatıcı ama o da ancak haftada bir oluyor…

Yapmam gereken bir iş var ve iki gündür başına oturamıyorum. Beni çok strese sokuyor. Birazdan oturup başlayacağım. Kararlıyım. Başlamak bitirmenin yarısıdır :)

Görüşmek üzere...

9 Haziran 2008 Pazartesi

Tesadüfen

Bugün iş arkadaşımla çay molasında “Suç ve Ceza”dan bahsettik. İnsanların hayatlarındaki tesadüflerden ve kader’in ağlarını örmesinden. Acaba kader mi ağlarını örüyor yoksa insanlar kendilerini o işlere odaklarından mı durumu öyle görüyorlar gibi konular. Suç ve Ceza’yı okumadım, hep okumak istemiştim ama olmamıştı. En azından olayların nasıl geliştiğini ve içeriğini bu konudaki üstattan dinlemiş oldum :)


Not: Çınarcım hatırlıyor musun? İki üç yıl önce bir yılbaşı günü bu filmi izlemiştik. Ben ilk defa, sen ikinci defa.

Uzun zamandır yazamıyordum. Yazmak içimden gelmiyor. Bugünlerde pek motivasyonlu ve hevesli değilim sanırım. Ama sanmayın sizi takip etmiyorum.

Avatar’ın sonuna geldim ve beklemek zorundayım. Dizilerde bu bekleme olayı çok can sıkıcı. O yüzden bitmiş serilere başlamayı düşünüyorum artık. Mesela Çınarcım’ım tavsiyesi üzerine izlemeye başladığım Full Metal Alchemist’in bütün bölümleri mevcut ve 22 bölümünü izledim. Devamını da Çınarcımdan alıp izleyeceğim. Sonunu çok merak ediyorum :)

Origami sevdamdan daha önce bahsetmiştim. Turna Kuşu yapabiliyordum. Dün de zıplayan kurbağa yapmayı öğrendim :)

Kitabımı ne kadar çok okusam da bir türlü bitiremedim :( Çünkü yazılar minicik ve 750 sayfa. 500 sayfa okudum, keyifle de okuyorum. Hem bitmesin istiyorum hem de olacakları öğrenmek.

Haftasonunu ailemle geçirdim. Çok güzeldi. Bol bol güldük, eğlendik. Erkek kardeşim de İstanbul’dan gelmişti. Ben de eşim olmadan gittim. Eski günlerdeki gibiydi :)

Küçük kız kardeşimin ilkokul beşinci sınıfı bitirmesi vesilesiyle düzenlenen mezuniyet törenine gittik. Çocukları izlemekten büyük keyif aldım. Erkeklerin kızlarla dans etmeye utanmaları ve kızların hiç utanmamalarını izlemek çok eğlenceliydi. Hatta bir ara bizim ufaklık bir tane kız arkadaşına sen çok dans ettin deyip erkeği elinden aldı. Erkeklerin sayısı gerçekten azalıyor galiba. Sınıfın üçte ikisi kızdı :)

Tesadüften bahsetmişken hemen bir sobe başlatayım. Hayatınızda başınıza gelen en ilginç tesadüf nedir? (Ayy ne tesadüf dedirten?)

Çınar, Koza ve Sıdıka sizleri sobeliyorum :) Biraz zor oldu ama kusura bakmayın :)

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Kısa ve Öz

Dün Çınarcım kısa ve öz yazmışsın, devamını bekliyoruz demişti.
Ama ne yazık ki birazdan eğitime gidiyorum ve 3 gün devam edecek.
O nedenle bu da kısa ve öz :(

Dün akşam mayalı poğaça yaptım, güzel oldu.
Maya kokusunu çok fenaymış.
Mide bulantım 1 saat sürdü :))

Ama totoro çok seviyor mayalı, sık sık yapacağım gibi görünüyor.

Buralarda olamasamda arada vakit bulup sizleri takip ederim.

Görüşmek üzere...

20 Mayıs 2008 Salı

3 Günlük Tatil Eşittir

Piknik
100 sayfa kitap
Yapboz çabaları
Temizlik
Balkon Sefası
Sahilde dondurma
Avatar
Bol bol uyku
Tenis oynama çabaları


Resimleriyle yakında :)

16 Mayıs 2008 Cuma

Tuluyhan Uğurlu

Dün akşam Tuluyhan Uğurlu konserindeydik.

Muhteşemdi.



Çok güzel mesajlar içeriyordu.

Tam da havamdaydım sanırım, çok etkilendim.

Örnek:

SAVAŞA Hayır diye bağırmak istiyorum.

Afrikadaki çocuklar aç kalmasın istiyorum.

Hayvan derileri, fil dişleri konusunda daha duyarlı olalım, düşünelim istiyorum.

Çevreye zarar vermeyelim, çok çöp üretmeyelim, çok tüketmeyelim istiyorum.

İstiyorum, istiyorum ama çok bir şey de yapamıyorum.

Her zaman bildiğim şeyler tabi ama dün akşam yine çok etkilendim.

Elimden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyorum ama yetmiyor dahası da olmalı...

Geçenlerde eşimle ilçemizin gitmediğimiz yerlerini de görelim diye arabayla en uç bölgelere kadar gittik. Manzara harikaydı. Yeşillikler, deniz. Ama sonra birden iğrenç bir koku duyduk. Baktık ki, ilçemizin çöplüğü orada. Yeşillikler içinde bir tepeye atılıyormuş. Çok iğrenç. Yiyoruz, içiyoruz, tüketiyoruz ve çöplerin yok olduğunu sanıyoruz ama yok olmuyorlar, oradalar işte :(

Eskiden süt sütçü teyzen gelirdi, kutu çöpleri olmazdı. Meyve sebze alırken pazardan, herkes kendi pazar çantasıyla giderdi, naylon poşetler çıkmazdı vs. vs. Biliyorum değişti artık dünya bu şekilde ama yine de bunların arasında en uygun şekilde davranıp, doğaya zararımızı azaltabiliriz.

Etkilendim. Daha da dikkatli olmaya karar verdim. Şimdiye kadar dikkat ettiğimden daha da çok dikkat etmeye…

Sizleri de daha da duyarlı olmaya çağırıyorum.

Bu konuda yazmak isteyen herkesi sobeliyorum…

Tuluyhan Uğurlu çok şekerdin, bir harikasın…

15 Mayıs 2008 Perşembe

Arkadaşlarla Paylaşmanın Önemi ;)

Trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına, hiç susun demeden yolculuğa devam ettiğinde; siz ona ne gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama sorsanız, belki de onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.

Prof.Covey'in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; “anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.

Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.

Covey bu örnekleri ;“aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler” diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma(zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein'in bir sözünü anımsatıyor:

Karsılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?

Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Basımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır......."

Stephan Covey

14 Mayıs 2008 Çarşamba

AVATAR – The Last Airbender

Bu aralar yine çizgi film havamdayım. İşte yeni merak saldığım çizgi dizi :



Hikaye: (http://tr.wikipedia.org)

Dizinin olay örgüsü başlamadan 100 yıl önce, Aang adlı 12 yaşındaki bir Hava Bükücü, Güney Hava Tapınağı'nda yaşıyordu. Yaşlı Keşişlerden kendisinin Avatar olduğunu öğrendi. Normalde bir Avatar'a gerçek kimliği 16 yaşına bastığında söylenirdi ancak Keşişler 4 ulus arasındaki savaşın yaklaşmakta olmasından korktukları için bunu daha önce açıkladılar; çünkü bir savaş başladığında barışı getirebilecek ve dengeyi yeniden sağlayabilecek tek kişi Avatar'dı. Kısa bir süre sonra Aang, öğreticisi ve koruyucusu Keşiş Gyatso'dan ayrılmak ve eğitimine devam etmek için Doğu Hava Tapınağı'na gitmesi gerektiğini öğrendi.

Korkmuş ve kafası karışmış olan Aang, uçan bizonu Appa ile birlikte kaçmaya karar verdi ama Güney Okyanusu'nda ani bir fırtına ile karşılaşıdı ve okyanusun dibine doğru batmaya başladı. Kendinden geçmiş bir halde bilinçsizce Avatar Hâli'ne geçen Aang, kendisini ve Appa'yı korumak için avatar halini alarak bir balon yarattı. Ancak Aang yarattığı buzdağının içinde Avatar hâlinde kaldı ve bu buzdağı Güney Kutbu'na doğru sürüklendi.



Dizi bu olaylardan 100 yıl sonra, Ateş Ulusu'nun savaşta mutlak zafere ulaşmak üzere olduğu bir dönemde başlar. Tüm Hava Gezginleri yok olmuştur. Su Kabileleri çok zor durumdadır. Güney Su Kabilesi'ndeki askerler, savaşmak için ailelerini terketmişlerdir ve evlerini savunmasız bırakmışlardır. Bu arada daha büyük olan Kuzey Su Kabilesi savunmaya devam etmektedir. Diğer yanda Toprak Krallığı, Ateş Ulusu'nun zaferi önündeki tek gerçek engeldir. Ancak sınırlarına gelen ordulara dayanmakta zorlanan Toprak Krallığı her geçen gün yenilgiye daha da yaklaşmaktadır.
Güney Su Kabilesi'ndeki iki kardeş: Deneyimsiz Su Bükücü Katara ve Kabile'nin koruyucusu genç savaşçı Sokka, Aang ve Appa'yı buzdağından kurtararak macerayı başlatırlar. Aang yokluğu boyunca bir asrın geçtiğini ve korkunç savaşın 100 yıldır sürdüğünü anlar. Aang'in kendisini dondurduğu yıl, Ateş Lordu Sozin, Avatar'ın yokluğunu fırsat bilir ve Dünya'nın yakınından geçmekte olan kuyrukluyıldızın gücünü de alarak büyük savaşı başlatır. Aang, Ateş Ulusu'nun Hava Göçebeleri'ni yok ettiğine inanamaz. Bu Aang'i hayattaki son Hava Bükücü yapacaktır.
Avatar olarak Aang'in görevi savaşı bitirmek ve uluslar arasında bozulan dengeyi yeniden kurmaktır. Aang, yeni tanıştığı arkadaşları Katara ve Sokka, uçan bizon Appa, maymun Momo ve 2.Sezon'da onlara katılan Toprak Bükücü Toph ile birlikte 4 elementin ustası olmak için yolculuğa başlar. Yolculukları boyunca sürgün Prens Zuko daha sonra ise kardeşi Prenses Azula ile uğraşmak zorunda kalırlar.
Esas görevi olan 4 elementin ustası olmak dışında Aang, yaz sonuna kadar Ateş Lordu Ozai'yi yenmek zorundadır. Çünkü Ateş Ulusu'na savaş başlatmak için güç veren "Sozin" kuyrukyıldızı yaz sonunda yeniden gelecek ve bu kez Ateş Bükücülere savaşı tamamen bitirecek gücü verecektir. Eğer bu gerçekleşirse, bu kez Avatar bile bozulan dengeyi yeniden sağlamayı başaramayacaktır.

13 Mayıs 2008 Salı

Yorgunum Dostlarım, Yorgunum, Yorgun :))

Çınarcım haklısın yazmalıyım da, yazacak hal mı var? :))

Heryerim ağrıyo, bir isteksizlik, depresiflik hali. Yorgunluk ve Uykusuzluk ...

Dün başlayan Çağan Irmak dizisi merakımdan geç yattım. Önceki günlerden de uykusuz olunca, durum budur...

Haftasonu çok güzel geçti. Cuma akşamı sevgili komşucuklarımız geldi. Onlar gelmeden çok çalıştım. Plan yaptım. Ama planlarım suya düştü çünkü çocuklarını getirmediler. Halbuki ben çocuklara masa kurmuş. Tabaklarına yiyeceklerini bile koymuştum. Hatta izleyecekleri çizgi filmi seçmiş, bir de oynamaları için jengayı ortaya çıkarmıştım. Bu kadar plancı olmamak gerek :) Totoro bir sürü laf etti zaten, ne zaman rahat olmayı öğreneceksin diye. Ama ben zaten rahatım yapmazsam rahatsız oluyorum. Efendim, işte yedik, içtik, güldük gece 2'de son buldu muhabbetimiz. Ertesi gün banyo yapıp kuaföre gittim, süslendim. Sonra eşimle alışveriş yaptık. Kendisi bana anneler günü hediyesi aldı. Henüz anne olmasam da geleceğin annesi olduğum bahanesiyle :) Ne zamandır istediğim çantaya kavuştum.

Akşamüzeri misafirlerimiz (şehir dışından eşimin kuzeni ve eşi) geldi. Birlikte deniz kenarına yemeğe gittik. Sonrasında da bovling oynamaya. Eşimin kuzeni pek başarılı olamadı ama eşi gayet iyiydi. Kızlar olarak onları yeniyorduk ki, Totoro sağolsun "strike" yaparak hevesimizi kursağımızda bıraktı. Sevgili kocacım Totoro "Yapılacak şey miydi bu?". Gecemizin dışarı faslını bitirip eve geldik. Yeniden pasta, börek, kuruyemiş, meyve...(bu hafatasonu çok şiştim, ahhhhh ahhhh)

Pazar sabahı güzel bir hava ile uyandık. Kahvaltılıklarımızı alıp sahile indik. Denize karşı çaylarımızı yudumladık. (Deniz kenarında yaşamayanları kıskandırmıyorum umarım :)) Sonra ilçemizde bulunan turistik mekan sayılan mağaraları gezdik. Ben de ilk defa bu kadar ayrıntılı gezmiş oldum, hoş oldu. Bunların üstüne bir de go kart patlattık. Bu sefer çılgın gibi değil hanım hanım sürmeye çalıştım. Ama pek beceremedim galiba :) Sonra buradaki ünlü pidecimize gittik. Her zaman çok beğenirim. Ama terslik ya bu sefer nedense çok yağlı yapmışlar, misafirlerimiz beğenmedi :((

İşte haftasonu böyle. Dün ise arkadaşlarla yemek yedik. Lost'un son bölümünü izledim. Totoroyla birlikte bir saat boyunca 2000'lik yapbozumuzun parçalarını renklerine ayırdık. Yol arkadaşımı izledim.

Bu yapboz halısını kullanmayı bilen var mı? Daha katlamadık ama katlayınca bozulmadığına emin misiniz? Ne zor şeymiş bu yapboz olayı. Bir dahaki sefere 500'lük seçeceğim :)))

Bu arada Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ni bitirdim. Çok güzel karakter analizleri vardı ama sonunu beğenmedim. Herşey havada kaldı sanki. Bir sürü kişiden, konudan bahsedildi ama sonuç? Belki de devamı var ben bilmiyorum. Aslında mutlaka bir sonuç beklememek gerek, kendime göre sonuçlar çıkardım elbet ama okuyucu alışkanlığı işte olmuyor merak ediyorum...

Görüşmek üzere...

9 Mayıs 2008 Cuma

Ortaya Karışık: Alışveriş – Yemek – Kitaplar – Yapboz - Kayınvalide

Bu hafta yoğun deyip duruyorum ama araya bir sürü şey sıkıştırdığımı fark ettim. Mesela kendime iki tane ayakkabı ve bir tane çanta aldım. Ayak numaram 40-41 olduğundan genelde sadece inci’den bulabiliyorum. Bulduğum zaman da hemen alıyorum. Herkes çeşit çeşit uygun fiyatlı ayakkabılar alıyor, çok kıskanıyorum. Ben öyle değişik değişik giyemiyorum :( Hamileyken ne yapacağımı düşünüyorum şimdiden. Herkes akıl veriyor, yaza getir de bari terlik giyersin diyorlar. Oldu hadi planlayayım bakalım tutacak mı? :))))

Çarşamba günü de Çınar, Badem ve Totoro’yla balık yedik denize karşı, açık havada. Biraz üşüdük ama olsun sohbet ve yemekler çok güzeldi. Bir güzel şiştik. Bir de Totoro ona neden Totoro ismini koyduğumu sordu. Çok şirin dedim ama “o” sanki tombik demek gibi geldi bana dedi. Çınar da hemen açıkladı “Totoro” Miyazaki’nin bir animesinden diye. Beni kurtaracak diye sevinirken hemen patlattı, o da şişko diye :)) Sevgili kocacım alınmış. Ama alınmasın şişman değil ki. Sadece bu aralar ikimizde hareketsizlik nedeniyle birazcık etlendik. Ben boydan çok iyi kurtarıyorum hatta dar giyinmezsem zayıf bile derler. Bu boyun işe yaradığı zamanlarda oluyor. (merak edenlere 1.78’im) Canım Totorom merak etme diyete başlıyoruz, tenis ve yürüyüş de başlayacak. Yakında filinta gibi olursun.

Bir de bu hafta kitap siparişlerimiz elimize ulaştı. Büyük bir zevkle kitaplığımıza yerleştirdim. Sizlerin sevdikleri kitaplardan da seçmiştim. İşte listem:



Kitaplarla birlikte yapboz halımızı da aldım sonunda. İşte evdeki yapbozumuz bakalım ne zamana bitireceğiz:



Bugün bir de kayınvalidemden bahsetmek istedim burada. Bugünlerde bana çok yardımcı sağolsun. Fedakârlığından burada da bahsetmeden geçemeyeceğim. Kayınvalidem yemek, pasta ve börek konularında çok başarılıdır. Ve aynı şehirde yaşamadığımız halde sık sık bize kargo yollar. Her seferinde de kızmıyorsun değil mi kızım istemezsen yollamam ama ben çok mutlu oluyorum der. Misafirin geleceği zaman bana haber ver diye de sıkı sıkı tembih eder. İşte bu hafta Cumartesi olacak misafirliğimi Cumartesi şehir dışından misafir geleceğinden Cuma’ya alınca, kayınvalidemden yardım istedim. Sağolsun bana börek, cevizli çörek, profiterol yollamış. Bende dolma ve bir çeşit daha tatlıyı ayarladım. Onun sayesinde her şey yoluna girdi. Bir de o kadar çok titiz olup kendini harap etmese süper olacak :) Ama ne yapalım insanlar değişemiyor.

Sobe sobe :)

Yaşasın Sevgili Koza beni sobelemiş. Biraz geç fark ettim bu haftanın yoğunluğundan. Kusura bakma Kozacım :)

Bu sobeler gerçekten de düşündürücü oluyor… Beğendiğim bir sürü insan var ama etkilendiğim diye düşününce:

1- Annem: Sonuçta herkes mutlaka annesinden iyi ya da kötü şekilde etkilenmiştir diye düşünüyorum. Annemizin karakterinin baskın yönleri ya onun gibi olmamızı ya da tam tersi davranışı bize yansıtmıştır. Yıllar geçtikçe bazı konularda anneme çok benzediğimi fark ediyorum. Mesela ben küçükken pek konuşkan ve girişken değildim. Annemse herkesle konuşur, gülerdi. Mahallede kavga eden çocukların arasına dalar, çocuklar futbol oynarken balkondan onlara karışırdı. Yok sen faul yaptın, sen haklısın falan diye. Tabi ben o zamanlar anneme çok kızardım. Balkondan doğru onlara karışıyor, insanlarla çok konuşuyor diye. Şimdi bakıyorum da annem kadar olmasam da ben de bahçede çocuklar oynarken birine haksızlık yapıyorlar mı diye izliyorum. Eğer öyle bir durum varsa hemen balkondan sesleniyorum, öyle yapmayın birlikte oynayın diyorum, çekiniyorlar benden. Boy uzun olunca korkutucu oluyorum galiba :) (Hatta sağır dilsiz bir kız var beni arkadaşlarına gösterip eliyle çok uzun gibi bir işaret yaptı bir keresinde, diğerleri de güldüler :) Ama annem kadar çok karışamıyorum çünkü ne de olsa annem çocukluğundan beri büyüdüğü mahallede hepsinin annesini tanıdığı çocuklara karışıyordu. Bir keresinde yürüyüşe çıktık çok büyük bir kavga oluyor. Ortaokul lise çocukları 20-25 kişi kapışacaklar. Bir sürü adam var karışmıyor. Kız kardeşim el arabasının içinde annem sürüyor. Bana arabayı bıraktığı gibi koştu gitti çocukların arasına, şimdi polis çağırıyorum diye bağırdı. Herkes koştu kaçtı, dağıldı. Ama ben çok utanmıştım. Şimdi komik geliyor utanmam ama o zamanlar öyle düşünemiyor insan :) Cengaver gibi dalmıştı çocukların arasına. İşte bu huyları, her zaman çocuk ruhlu olması, vs. beni çok etkilemiş ve bende izler bırakmıştır. Seni Seviyorum Anneciğim.

2- Melda Öğretmen: Ortaokula geçtiğimiz zaman bütün derslerin birden İngilizce olması ve hazırlık sınıfından gelenlerin daha iyi İngilizce bilmesi benim biraz afallamamı sağlamıştı. İlkokulda gayet başarılıydım. Hatta bazı öğle aralarında öğretmenin verdiği ödevleri tahtaya çözerdim arkadaşlarım defterlerine geçirirlerdi. Ama ortaokulda matematik, fen İngilizce olunca ben ne yapacağımı bilemedim. Ortaokul böyle geçti. Liseye geldiğimde dersler tekrar Türkçe oldu ve ben sınıfta en yüksek notları almaya başladım. En çok da matematik öğretmenimiz Melda Hanım bana destek oldu. Daha sonraki yıllarda kendisinden özel ders de aldım. Hepimiz için her zaman örnekti. Hala kendisiyle araşıp, konuşuruz. Herkes ona hayrandı. Bir kere çok gençti, çok güzeldi. O kadar kibar konuşur, ellerini öyle güzel kullanırdı ki hayran olmamak imkansızdı. Benim üniversiteyi kazanmak için hırslanmamda, kendime güven duymamda çok etkisi olmuştur. Hep sen başarırsın derdi ve beni överdi. Çünkü en iyi dersim matematikti :) En çok da özel ders zamanı ders bitince bize ODTÜ’de yurtta kaldığı zamanlar ne kadar güzel günler geçirdiğini anlatır üniversite hayatının güzelliğinden bahsederdi. Bu yüzden ODTÜ’ye gitmeyi istemiştim ama olmadı. Olsun benim üniversite hayatım da gayet güzel geçti. Neresi olursa olsun o özgürlük çok güzel…

3- Türkan Şoray - Filiz Akın - Hülya Koçyiğit : Türk filmlerini çok izlememden kaynaklanan bir şey olsa gerek. Bu filmlerdeki ana karakterler beni çok etkilemiştir. Masumiyetleri, inatçılıkları…



Ben daha çok benim karakterimi etkileyen insanlardan bahsettim. Ama etkileyiciliklerinden büyülendiğim insanları saymam gerekirse de: Latife Hanım, Halide Edip Adıvar, Türk Kadınlarının özgürlüğü için çalışan kadınlar, İnsanlık adına, düzgün yaşayış adına bir şeyler yapan bütün kadınlar…

Umarım sobeyi düzgün cevaplayabilmişimdir Koza.

Sevgilerle,

8 Mayıs 2008 Perşembe

Güneş ve Haftasonu

Karanlık bir sabahtı… Ama işte açtı güneş… Neşe doldurdu içimi. Bilinmez bir mutluluk verdi içime. İş yerinin sıkıntısı, evdeki temizliğin takibi ve misafirler için pasta börek planlarım arasında birden bir güneş doğdu içime de…

Sanki özgürlüğü hissettiriyor…



Evet günlerden Perşembe, yarın da büyük gün Cuma. En sevdiğim gün… Akşam misafirlerimiz var. Apartmanımız müstakil ev gibi. Beş katlı, her katta bir daire var. İlk iki kat kiracı. İkinci katta biz :) Üçüncü kat sahibi, apartman sahibini ikna ederek aldı evini, hayırlı olsun. En üst katta dublex, apartman sahibinin. İşte Cuma akşamı 3 grup olarak komşularımız gelecek. Eğlenceli geçiyor oturmalar. Zaten çok sık görüşemiyoruz. Daha doğrusu onlar bazen görüşüyorlar çocuklar vasıtasıyla falan ama biz sürekli oraya buraya koşturan çocuksuz çift olarak pek sık görüşemiyoruz. Görüşünce de gece 2’lere kadar falan oturuluyor. Yorgunluk olmasa sabaha kadar da sürebilir. Herkes halinden memnun gülmece, sohbet. Pek keyifli oluyor. Sohbetin bir bölümünde de mutlaka bayanlar eşleriyle ilgili ufak espriler yapıp takışıyorlar. Eşlerden bazıları hemen tepki veriyor, tecrübeli eşlerse sadece gülümsemekle yetiniyor. Cumartesi günü de eşimin kuzeni ve eşi gelecekler. İlk defa evimize ve şehrimize gelecekleri için onlar için de plan yapmakla meşgulüm. Nereyi gezdirsek, ne yesek, ne yapsam diye? Pazar günü de şirketimizin kuruluş yıldönümü münasebetiyle piknik var. Ona da katılırsak tamamdır. Hızlı bir haftasonu olacak gibi görünüyor. Pek de keyifli. Güneş de yüzünü hiç eksik etmez umarım.

Öğle arası oldu yupppiiii :) İş yerinde okuduğum “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni hemen elime alıp devam edebilirim. 45 dakikam var.

Görüşmek üzere…

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Origami

Merhabalar,

Arkadaşımın yazı işlerinde sorumlu olduğu, az sayıda basılan yerel bir dergi için geçen sene origami hakkında bir bilgilendirme yazısı yazmıştım. Sizlerle de paylaşmak istedim. Turna kuşunu yaparken zorlandığınız yerler olursa sorabilirsiniz. Kolay Gelsin ;)



İÇİMİZDE KALAN HEVES: ORİGAMİ

Bir sihir, bambaşka bir dünya…

80’lerde cumartesi sabahları televizyonda gösterilen kâğıt katlama sanatı programını belki de birçoğunuz hatırlar. Programdaki bayan, kâğıttan kuşlar, eşyalar yapar bize de nasıl yapacağımızı anlatırdı. Ben her program öncesi kâğıdımı özenle hazırlar, televizyonun başında heyecanla beklerdim. Ama hiçbir zaman kâğıdımı bir şekle benzetemezdim. Yapılacakları yetiştiremez, şaşkınlıkla elimdeki buruşmuş kâğıdıma bakardım. O günlerden kalan bir heves olsa gerek, geçenlerde izlediğim “Prison Break” adlı dizide katlanarak yapılmış bir turna kuşu görünce anılarım canlandı ve araştırmaya karar verdim. Origami hakkında bilgi edindim ve turna kuşu yapmayı öğrendim. İşte şimdi de bu bilgilerimi sizlerle paylaşacağım. Bir kâğıdın, her katlamada, bir şekilden bambaşka bir şekle sihir gibi dönüşmesini göreceğiz. Belki sizlerin de çocukluk günlerinizden içinizde kalan bir hevestir Origami…

Tarihçe:

Ju-do (denge yolu), ike-bana (yaşatilan cicek) ve kara-te (boş el) sözcüklerinin iki kelimeden oluşması gibi, Origami de Oru (katlamak) ve Kami (kağıt) Japonca sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmektedir. Origami büyük gelişimini Japonya’da göstermiş olsa da Çin kökenlidir. Kağıt katlama sanatının, kağıt yapma sanatının çıktığı yerden çıkması da çok normaldir. Çin’de, vefat eden kişiyi mutlu etmek için, cenaze törenlerinde katlanmış kâğıttan para ve diğer bazı eşyalar yapılır ve bunlar tanrılara adanır ya da ölen kişinin öldükten sonra da kullanması için onunla birlikte yakılır veya gömülürmüş. Daha sonraları, katlanan kâğıtla şemsiye, yelpaze gibi, günlük yaşamda kullanılan daha işlevsel eşyalar yapılmaya başlanmıştır. Fakat daha önce de bahsettiğim gibi Origami en ileri düzeyine Japonya'da ulaşmıştır. Japonlar kaliteli kâğıtlara her zaman saygı duymuşlardır. Hatta Japonca’da kâğıt manasına gelen Kami kelimesi, Tanrı kelimesi ile aynı şekilde telaffuz edilir. Kâğıt, Shinto dini törenlerinde ve geleneksel bayramlarda önemli bir rol oynamıştır. Kâğıt ilk üretilmeye başladığı devirlerde çok pahalı ve az bulunan bir materyal olduğu için de Origami daha çok zenginlerin uğraştığı bir sanat olmuş ve daha çok dini törenlerde kullanılıyormuş. Zamanla kâğıt üretme tekniklerinin gelişmesiyle kâğıt üretiminin maliyeti azalmış ve Origami daha geniş kesimlere ulaşma imkanı bulmuştur.

Japonlar şu anda yapılan birçok temel Origami formunu bundan 1200 yıl öncesinde geliştirmişlerdir. Günümüze kadar gelen ve Japoncada “Senbaorizuru” olarak adlandırılan 1000 Turna katlama geleneğinin klasik Japon tarihinin son dönemi olan Heian döneminde (794-1185) başladığı düşünülmektedir. (1000 turna kuşu katlayan kişinin dileklerinin gerçekleşeceğine inanılmaktadır.) Ayrıca, bu dönemde kâğıdın çok değerli olması nedeniyle samuraylar, birbirlerine hediye olarak kâğıdın çiçek şeklinde katlanmasıyla yapılan Noshi süslerini verirlermiş. Aristokrat sınıfının düğün törenlerinde de, bir çeşit Japon içkisi olan “sake”yi, gelin ve damada sunarken bardakları kelebek biçiminde katlanmış kağıtlarla süslerlermiş. Günümüz Japonya’sında görebileceğimiz Noshi güzel bir dekorasyon malzemesi ve hediye paketi süslemesi olarak kullanılmaya devam etmektedir. Paketin üzerine takılan Noshi, onun bir hediye olduğunu belirtir ve ayrıca, hediyeyi alan kişi için iyi dilekleri de sembolize eder. Ancak Noshi'ler artık mağazalardan hazır olarak satın alınmaktadır. Japonya’nın batı dünyasına kapılarının kapandığı Tokugawa döneminde (1600-1868) ise, Origami, artık boş zamanları değerlendiren yaratıcı bir faaliyet olarak yapılmaya başlanmıştır. 1845 yılında basılan Japon derlemesi olan "Kan no Mado"nun bir bölümünde, o dönemde bilinen kırktan fazla katlanmış figürün yapımını gösteren çizimler ve bazı şemalar yer almaktadır.

Günümüzde Origami, sadece Japonların geleneksel sanatı olmaktan çıkmış dünyanın birçok ülkesinde her yaştan ve her meslekten insanın uğraştığı bir hobi, birçok eğitim kurumunun kullandığı öğrenmeyi öğretme aracı olmuştur. Birçok ülkede Origami kulüpleri ve federasyonları açılmıştır.

Origami tarihinde dönüm noktası olan hüzünlü bir olay vardır. Bu olayı da sizlere aktarmak isterim. Hiroşima'da, atom bombasının patlaması sonucunda radyasyon etkileriyle Lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako isimli bir çocuk varmış. İyileşmek için inanışa uygun olarak 1000 tane turna kuşu yapmaya karar vermiş. Fakat küçük vücudunu yiyip bitiren hastlalık ancak 644 tanesini bitirebilmesine izin vermiş. Arkadaşları da onun yerine sayıyı tamamlamış ve cenaze töreninde mezarını turna kuşlarıyla kaplamışlar. Bu olay Hiroşima’da o günün, “Dünya Çocuk Barış Günü” olarak kutlanmasına ve Sadako 'nun Seatle'da bir heykelinin yapılmasına vesile olmuş. Bu nedenle, her sene Ağustos ayının 6'sında kutlanan barış gününde, dünya çapında birçok çocuk tarafından yapılan turna kuşları Hiroşima’ya gönderilir.

Origami:

Origami, kare kâğıt parçalarını kesmeden ve yapıştırıcı kullanmadan, sadece katlayarak, çeşitli figürler oluşturulması olarak ifade edilir. Dikdörtgen kâğıtlardan, hatta kağıt paralardan yapılan modeller de oldukça fazladır. Origami klasik Origami ve parçalı Origami olmak üzere iki çeşittir. Klasik Origami genellikle tek parça kâğıttan yapılmaktadır. Parçalı Origami ise birbirinin benzeri parçaların birleştirilmesiyle oluşturulur ve üç boyutlu geometrik figürler yapılmasında kullanılır. Parça sayısında bir sınır olmayan parçalı Origami tak-çıkar oyuncaklarına benzer ve aynı parçalar kullanılarak birçok değişik figür üretilebilir.

Origami’ye Nasıl Başlarım? Temel Teknikler?

Origami ile ilgili internetten birçok bilgi edinilebilir. Mesela bir kurbağa yapabilmek için önce onun diyagramını bulmak gerekir. Bulunan diyagrama bakarak katlama yapabilmek için ise o diyagramı okumayı da öğrenmeliyiz. Diyagramlar kurbağa olsun, tavşan olsun bir Origami modelinin nasıl yapılacağını adım adım gösteren şemalardır. Bu diyagramlar kâğıtların hangi sırayla katlanacağını gösterirken, bir takım semboller ve çizgi türleri kullanırlar. Katlama biçimlerinin teknik isimleri vardır. Örneğin, kesikli çizgiyle gösterilen katlama "valley fold" katlamadır. Kesikli çizgi bize kâğıdın içeri doğru katlanması gerektiğini gösterir. Kesikli ve noktalı çizgi gördüğümüz zaman ise bu "mountain fold"dur ve görünce, tersi yönde katlamalıyız. Bu şekilde katlama yöntemleri olduğu gibi kâğıdı açmamızı ya da modeli ters çevirmemizi söyleyen işaretler de vardır.

İşaret dilini öğrendikten sonra diyagramları okumaya başlarız. Artık içe mi dışa mı katlayacağımızı, neresini çevirip neresinden tutacağımızı biliriz. İşi öğrenmiş olduğumuza inanarak kâğıdımızı alır, diyagramımızı önümüze açarız. Ve bir de bakarız ki, akım şeması düz bir kâğıttan başlayacağına neredeyse yarıya kadar gelmiş bir Origami şekliyle başlıyor. Şeklin altına bakınca da "bir preliminary base yapın" dediğini görürüz. Demek ki diyagramı okumayı öğrendikten sonra, bir de temel teknikleri, "base"leri öğrenmek gerekiyor ya da en azından onların yapımını anlatan diyagramı da bulmak gerekiyor. Gözünüz korkmasın, öğrenilmesi gereken 5-6 tane base var (preliminary base, bird base, waterbomb base, fish base vb.). Birçok model bu temel aşama inşa edildikten sonra yapılan modifikasyonlarla şekillendirilir. Örneğin "bird base" ile birçok kuş ve böcek modeli yapılabildiği gibi çok güzel bir çiçek modeli de yapılabilir.

Çağdaş Origami

Son 25 yılda Origami sanatına yeni materyaller, yeni metodlar ve yeni fikirler girmiştir. Geçmişin basit hayvan ve çiçeklerine, anatomik olarak doğru, bacakları ve dişleri olan hayvanlar, böcekler eklenmiştir. Shafer isimli bir Origamici Star Trek uzay gemisi Enterprise'in modelini yapmıştır. Bu model 72 diyagramdan ve 11 sayfa açıklamadan oluşmaktadır. Shafer’in bu modeli tasarlaması 1 ay sürmüş ve denilene göre orta düzey bir katlayıcı ancak 1 haftada bu diyagramlara bakarak inşa edebilirmiş modeli. Başka bir Origami tasarımcısı Robert Lang ise bilgisayar yardımıyla 8 bacaklı, kuyrukları, kıskacı ve anteniyle anatomik olarak gerçeğine birebir uygun bir istakoz tasarlamayı başarmıştır. Kağıttan uçak yapmak ise Origaminin kelime anlamına uygun gibi gelse de sanattan çok bilime giren bir konudur. Hatta konu doğrudan aerodinamikle ilgilidir. Uçak yapımına ilginiz var ise, TÜBİTAK yayınlarından "Katla ve Uçur" isimli kitabı okuyabilirsiniz. İnternette geleneksel metotlar kullanarak yapılan birçok modelle karşılaşabilirsiniz. Kayık, gemi, uçak, araba gibi araçların yanında; rüzgârgülü, kalemlik, küllük, vazo gibi yararlı aletler; penguen, turna kuşu, sincap, çekirge gibi canlılar ve bir Jurassic Park kurulabilecek kadar dinozor modeli bulabilirsiniz. Başlangıç katlamalarında size yardımcı olabilecek olan http://www.Origami-club.com/en sitesini ziyaret edebilirsiniz. Katlamaları diyagram olarak görmenin yanında her bir katlamanın nasıl yapılacağını animasyon şeklinde de izleyebilirsiniz.

Hepinize güzel günler dilerim.

Kaynaklar:
http://www.tr.emb-japan.go.jp
http://Origamisan.org
http://tr.wikipedia.org/wiki/Origami

Turna Kuşu Yapımı:



1-Kare şeklindeki kâğıdımızı şekildeki gibi ikiye katlıyoruz.
2-Oluşan ters üçgeni sola doğru tekrar ikiye katlıyoruz.
3-Şekildeki üçgende sol taraftaki ucun tek katını sağ alttaki uca katlayıp açarak kat izi oluşturuyoruz.
4-Kat izi olarak oluşturduğumuz çizginin alt ucunu tutarak yukarı sağa doğru açıyoruz ve bir kare elde ediyoruz.
5-Kâğıdımızı sağa doğru ters çeviriyoruz.
6-4’üncü adımdaki işlemleri tekrarlayacağız. Sağ taraftaki üçgeni karenin yarısını kaplayacak şekilde katlayıp açarak kat izimizi oluşturuyoruz. Daha sonra kat izi olarak oluşturduğumuz çizginin alt ucunu tutarak yukarı sola doğru açıyoruz ve bir kare elde ediyoruz.
7-Kâğıdımızı şekil 7’deki gibi katlayıp açarak kat izlerimizi oluşturacağız. Sağ ve sol taraftaki uçları ortadaki çizgiye kadar katlıyoruz. Daha sonra yukarıda kalan üçgeni de kendimize doğru katlıyoruz ve hepsini açıyoruz.
8-Oluşan kat izleri doğrultusunda alt ucun bir katını arkaya doğru açıyoruz.
9-Açtıktan sonra kat izleri doğrultusunda sağ ve sol kenarları içeri doğru şekildeki gibi katlıyoruz.
10-Kâğıdımızı ters çeviriyoruz.
11-7, 8 ve 9’uncu adımları tekrarlıyoruz.
12-Sağ ve sol taraftaki köşeleri orta çizgiye gelecek şekilde katlıyoruz.
13-Katladığımız şekli sağ ve sol alt uçlar yukarıya doğru katladığımızda kenarlarla üst üste paralel gelecek şekilde katlıyoruz. Şekil 13’teki gibi kat izi oluşturacağız, bunun için 12. ve 13. adımdaki katlamalarımızı tekrar açıyoruz.
14-Sol tarafın tek katını sağa doğru çeviriyoruz ve alt ucu yukarı doğru ters olarak çeviriyoruz ve sağa çevirdiğimiz tek katı tekrar sola çeviriyoruz. Böylece alt uç iki katın arasından yukarıya doğru katlanmış oluyor. Sağ tarafı da aynı şekilde katlıyoruz. Kuşumuzun kafasını yapmak içinse, sol uçtaki noktayı iki katın arasından aşağıya doğru eğimli bir şekilde katlıyoruz.
15-Kanatlar için üst üçgen iki yandan aşağı doğru katlanabilir ya da elimizle aşağı doğru çekmemiz yeterli olacaktır.
16-Kuşumuzu uçurmak için boyun bölgesinden kanatların başlangıç yerini de tutacak şekilde tutuyoruz ve kuyruğunu sağa doğru çekiyoruz. İşte uçan kuşumuz…


Not: http://www.origamisan.org/diyagramlar/koepek-katliyoruz (Bu köpek de çok şeker)

5 Mayıs 2008 Pazartesi

HAYAT: Bazen Sevinçler, Bazen Hüzünler

Günlerden Pazartesi, yeni bir hafta başlıyor. Haftasonu her zamanki gibi hızla geçti. Cuma günü arkadaşlarımız geldi ve birlikte pizza sipariş edip dizimizi izledik. Sonrasında “jenga” oynadık. Ben yıkmadım yuppiii… Bu arada söylemeyi unuttum, haftasonu ailemizi görmeye gidemedik. Eşim izin alamadı ne yazık ki:( Hatta 19 Mayıs’ta Kapadokya’ya da gidemeyeceğiz. Neyse bu can sıkıcı konuları hemen geçiyorum. Cumartesi eşimin canı biraz sıkkın olduğundan biraz buralardan uzaklaşmak istedi. Arkadaşlarımızla şehrin biraz uzağına pide yemeye gittik ve dönüşte de bu akşamki bovling turnuvası için alıştırma yaptık. Sanki bu akşam rezil olacağız gibi ama umarım olmaz :) Eşimin denetleme kurulu’nda yer aldığı dernek bir organizasyon yaptı ve şirketten 60 kişilik bir katılım olacak. Yarışmacı olarak katılan beş bayan var üçü bizim ekipte :) Gururumuzla savaşacağız. Cumartesi günü en iyi eşim oynadı ama o da ne yazık ki müdürlük durumundan başka takımda :) Bir strateji geliştireceğiz daha 2 saat var. Umutlar tükenmez. Bakarsınız bir mucize olur ve biz hep “strike” yaparız.

Bugün benim için mutluluk verici bir diğer olay da, doğum yapacak olan bir arkadaşımın yolladığım paketi çok beğendiğini ve mutlu olduğunu duymak oldu. Bebişi için giysi, patik, çorap, oyuncak, ninni cd’si, kapı süsü gibi şeyler yollamıştım. Çok beğenmiş. O paketi hazırlamak benim için de çok mutluluk vericiydi. Yakın arkadaşlarımdan birinin ilk defa bir bebeği olacak ne kadar güzel. Aslında bu hikayenin bir de acıklı yönü var. Aslında bebeğin annesi de şu an arkadaşım olmasına rağmen asıl babası ortaokuldan beri yakın arkadaşımdır. En sevdiklerimden. Öyle iyi, öyle temizdir ki. Üniversiteye gittikten sonra bile grup olarak birbirimizden kopmadık. Ara sıra birbirimizi arardık. Onlar zaten bir erkek grubuydu. Ben de içlerinden ikisiyle samimi bir kız :) Daha sonraları grubumuz büyüdü diğer arkadaşlarımız da eklendi. Ama üniversite yıllarında biz hep araşır birbirimizi bilgilendirirdik. Teko mesela eşiyle ilk tanıştığı zamanlarda hemen bana anlatmıştı. Nasıl da heyecanlıydı, sonradan resimlerini yollamıştı. Güzel di mi demişti. Tabi ki çok güzeldi. Canım ya.

İşte bu güzel insan, askere giderken kötü bir trafik kazası geçirdi. Erkek kardeşi, annesi ve Teko vefat ettiler. Şu an yazarken yeniden çok kötü oldum. “Allah rahmet eylesin.” Teko giderken eşi bir aylık hamileydi. Şimdi çok şeker bir kızları olacak. Bizim de ilk yeğenimiz. Umarım ömür boyu çok mutlu olur, sağlıkla yaşar. Keşke babasını da tanıyabilseydi. O şeker, herkesi güldüren, bir kere bile yüzünü asık göremeyeceğiniz babasını :(

Bir keresinde lisedeyken Teko bizlere tebeşir fırlatırken yanlışlıkla bir arıyı vurup öldürmüştü. Bizim için yılın konusuydu :) Bir keresinde de yine tebeşirle vurmuştu beni offf nasıl da canım yanmıştı. Ne güzel günlerdi lise günleri. Daha doğrusu arkadaşlıklar, bir arada olmak. En son düğünümde görmüştüm. Karşılıklı oynamıştık.

Bir de isim hikayesi vardır Teko’nun. Çok iyi niyetli olduğundan herkes bulaşır, takılırdı Teko’ya. Kendilerine gülecek malzeme çıkarmaya çalışırlardı. Teko’da hepsini normal karşılar onlar birlikte güler, kendisiyle ilgili espriler yapardı. Sevmeyen yoktur bu nedenle onu. Ne diyordum işte isim hikayesi: orta 1’deyiz müzik dersinde, hoca tempo tutturuyor bize. Düm tek tek, düm tek tek… Bizim Teko dalmış, herkes susmuş. Teko, tek tek, tek tek bağırıyor. İşte o gün bugündür “Tekomuzdur” o bizim. Hep "Tek Tek" diye çağırdık. Kim ismi koydu, nasıl oldu anlamadık ama kendisi de kabullenmişti durumu :))

Gönlümüzün Teko’su huzurla yat. Seni Seviyoruz.

1 Mayıs 2008 Perşembe

Dostlar

İlk sobem :) Sevgili Çınarcım beni "kitap sevgisi" konusunda sobeledi. Kitaplarla ilgili anılarımdan bahsetmek için iyice gerilere gidip okumayı ilk sevdiğim zamanları düşündüm. Aklıma ilk gelen ilkokuldaki okul kütüphanesi oldu. İlkokulda arkadaşlarımın çoğu hareketli, canavar gibi kızlardı bense biraz fazla içine kapanık, sessiz ve utangaç bir kızdım. Bu nedenle yalnız bir çocuktum. İşte bu ruh halindeyken kütüphane benim en iyi arkadaşım olmuştu. Öğle arası 1 saat olduğundan ve ben o zamanlar yemeğe pek düşkün olmadığımdan, zil çalar çalmaz bir tost yiyip, sonrasında da kütüphaneye çıkardım. Hala gözümde huzur dolu büyülü bir mekan. Her öğle arası aynı yerime oturur zevkle kitabıma kaldığım yerden devam ederdim. Orada okuduğumu hatırladığım kitaplar; Binbir Gece Masalları ve Tom Sawyer. Ne yazık ki daha fazlasını hatırlayamıyorum. Bir de hatırladığım bütün kitapların mavi ciltli olduğu. Küçük mavi ciltli kitaplar :)

Ortaokula geçtiğimizde bana roman okumayı sevdiren Türkçe öğretmeniz olmuştu. Aslında çoğu insan için zorlama gibi gelen ödev benim için bir harika olmuştu. Öğretmeniz beni romanların büyülü dünyasıyla tanıştırmıştı. Okumamızı isteği ilk kitap “Vurun Kahpeye” idi. Daha sonrada Çalıkuşu’nu okutmuştu. Bir de Kumral Ada Mavi Tuna’yı önermişti ama onu üniversite’de okuyabilmiştim. İşte bu kitaplarla tanışmanın ardından kitap sevdam başlamıştı. Ama itiraf etmeliyim İngilizce okuma derslerimizdeki kitapları bir türlü sevemedim, çünkü onlar bana ortaokuldaki kötü notlarımı hatırlatıyorlar. Yani Hemingway’den Silahlara Veda, Steinbeck’ten İnci, Dickens’tan İki Şehrin Hikayesi vs. ne kadar güzel olsalar da bana kötü anları hatırlatıyorlar.

Roman sevdam Reşat Nuri Güntekin’den - Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü, Acımak, İpek Ongun’dan - Bir Genç Kızın Gizli Defteri, Yaş On Yedi, V.C. Andrew’tan - Cennet vs. sonrasında Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar, Gizli Ev, Martı, Zeliş.
Üniversite dönemlerinde de Nietzsche Ağladığında, Annem Hakkında Her Şey, Yüzüklerin Efendisi serisi, Veronika Ölmek İstiyor, Piramitlerin Kızı, Safiye Sultan serisi, Ahmet Altan kitapları vs.
İş hayatıma başladıktan sonra Maeve Bincy kitapları, Şibumi, Çılgın Türkler, Da Vinci Code, Küçük Prens, Katya’nın Yazı, Ferrarisini Satan Bilge, Karamozov Kardeşler, vs. şeklinde devam eder.

İnsanların beğendiği kitapları hep merak ederim. Kitap önerileri çok hoşuma gider. Sohbetlerimde “Ne okuyorsun’u” çok sık duyarsınız. Çınarcım sağolsun bu konuda bana çok yardımcıdır. İş arkadaşım da bir okursever olduğu için ve rus edebiyatı konusunda derin bilgilere sahip olduğu için ondan da sık sık öneriler alırım. Gerçi son zamanlarda sohbet konusu kitaplardan çok Lost, Heroes vs.vs. gibi gözükse de kitapların yeri her zaman ayrıdır.

En beğendiğim diye sıralayamasam da beğeniyle okuduğum aklıma gelen üç kitabı önermek istiyorum. Kitap önerisi yapmak isteyenlerin önerilerini de yorumlarda bekliyorum. Benim önerilerim:

1-Saraydan Sürgüne (Kenize Murad): Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul'da Çırağan Sarayı'nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi zeten gerçek bir masal olarak yazılmıştı. Üstelik masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar masalsıydı bu hayat.



2-Veronika Ölmek İstiyor (Paulo Coelho): Veronika, görünüşte, her istediğine sahip bir genç kadındır; renkli bir yaşam sürür, yakışıklı erkeklerle gezip tozar, ama mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Bir gün ölmeye karar verir. Aşırı dozda ilaç alınca hastaneye kaldırılır. Orada kendisine birkaç günlük ömrü kaldığı söylenir. Akıl hastanesinde kaldığı sürece çeşitli insanlarla, çeşitli dünyalarla tanışan Veronika, yabancısı olduğu yeni duyguları keşfeder: Kin, korku, aşk, hatta cinsellik. Ölümü beklerken, çevresindeki insanları gözlemlerken, Veronika, varoluşunun her dakikasının yaşamla ölüm arasında bir seçim olduğunun farkına varır.



3-Geri Döneceksin (Maeve Binchy): Maeve Binchy, kadınların yalnızlıklarını, umutlarını, aşklarına sahip çıkışlarını, hayata karşı direnişlerini ortaya koyuyor. Onun kahramanları her şeye rağmen gözyaşlarını arkada bırakarak yaşamayı sürdürüyor. (Yorumlar netten alınmıştır.)



Şu anda okumakta olduğum “Hayatın Kaynağı” düşündüren, insanların karakterlerini ortaya koyan sürükleyici bir kitap. Alışveriş listemdekiler ise: Kadın "İkinci Cins" Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı, Bağımsızlığa Doğru 3 Cilt Takım - Simone de Beauvoir ve İkna - Jane Austen.

Kitap denilince çok geveze oluyorum sanırım. İşte kitaplar ile dostluğum bu şekilde. Onlardan söz açılınca hepsinden bahsetmek hep konuşmak istiyorum ama bu kadar :)

Not: Sevgili Çınar ve Öykücü’den aldığım fikir ile bende kitabımı çantama attım ve dün saçlarımı boyatmaya gittiğimde hiç sıkılmadım. Çantada kitap olayı çok hoşuma gitti. Çınarcım’ın kitap gezdirme huyunu zaten biliyordum ama denememiştim. Sadece iş yerinde öğle arası vakit buldukça yapıyordum. Kuaförde de çok işe yarıyormuş :)

29 Nisan 2008 Salı

Oradan Buradan...





Pedro Almodovar’ın Hable Con Ella (Konuş Onunla)’sında son sahnede tiyatro sahnesine dansçılar çıkar ve bir müzik eşliğinde dans ederler. İşte benim en sevdiğim parçalardan biridir bu parça. Bir de In the Mood For Love’ın soundtrack’ini çok severim.

Nereden geldi aklıma şimdi bu parçalar bilmiyorum. Bugün biraz hüzülüyüm sanırım. Bu parçalarda hüzünlü olduğundan bunları dinlemek istedim. Sabahtan beri kulağımda melodileri var.

Görüşmeyeli neler yaptın derseniz. 23 Nisan’da bir sürü plan yapmıştık, bayrama ineceğiz, yürüyüş yapacağız vs. Ama havanın kapalı olması ve totoro’nun komşuları “bayram öğleden sonra olacakmış” diye konuşurken duymasıyla evde oturmaya karar verdik. Süper bir kahvaltı ettik. Sonra ben TRT’ye bir daldım bir daha başından kalkamadım. Önce kısa bir belgesel vardı. Sonrasında saat 13:00’te “Uluslararası Çocuk Şenliği" başladı ve ben sonuna kadar izledim. Çok eğlenceliydi. Küçüklüğümde de hep izlerdim. En son bizim Efe’ler çıkınca çok duygulandım. Minicik çocuklar nasıl da güzel oynadılar. Folklor oynama hevesi doldu içime. Maymun iştah buna deniyor galiba. İlkokul’da Artvin yöresi oynamıştık çok güzeldi.

Aklıma gelmişken totoro’yla bizim bir de dans maceramız var. Daha evli değilken dans kursuna başlamıştık. Önce tango ile başlayan serüvenimiz salsa ile bitti. Tango için gelen dans hocası çok sert ve ukalaydı. Sonraki hocamız ise bir harika. Hatta onu tanıyanlarınız vardır belki. Dans yarışmasında Asuman Krause’nin eşiydi “Mişa”. Bu kısaltılmış ismi, asıl adı nedir bilmiyorum. Rus kendisi. Mikhail’dir büyük ihtimalle. Neyse işte biz salsayı çok sevdik ve bir süre kursa devam ettik. Sonra bizim düğün tarihi yaklaşmaya başladığında ilk dans müziğimizde güzel dans etmek için Mişa’dan özel ders almaya karar verdik. Parçamız Enrique Iglesias’tan “Hero”. Mişa bize öyle bir koreografi yaptı ki uygulamaya imkan yok. Tabi biz bir şey diyemiyoruz, harika oldu ama biz bunu yaparsak bütün akrabalar, tanıdıklar herkesin diline düşeriz. Ki zaten benim gelinlikle öyle hareketlere girişmem imkansızdı. Totoronun beni kucağına alıp döndürdüğü bir bölüm, benim onun dizine oturup başını okşadığım bölüm ve sertçe beni itip tekrar kendine çektiği bölüm, hatta burada öp demişti de biz yok daha neler demiştik :) Ama ne yapsın şarkı sözlerine uygun bir koreografi hazırlamıştı. Neyse biz bu koreografinin bir parçasını kullanmayı düşündük ve ilk dansımızda koreografinin vals bölümlerini uygun melodide yaptık. Hala düğün cd’mizi izlerken ikimizde elimizi yüzümüze kapatıp “rezillik” diye bağırıyoruz. Vals yapmak kolay değil tabi, zıplıyor gibi görünmüşüz. Ben gelinlikle zaten zor yürüyordum bir de vals yapmaya çalışınca komedi olmuş. Neyse bu düğün olayını atlayalım. Aklıma gelince kızarıyorum. Çok dağıtmışım çünkü. Çok eğlendim ama kamera çekimini izleyince ne kadar çok oynayıp, gülüp, konuştuğumu görüyorum ve şaşırıyorum. Gelinler şöyle hanım hanım, kibarcık olmazlar mı? İşte bende ondan eser yoktu :)

23 Nisan’la devam edelim. Öğleden sonra sahile inip Gürcistan ve Ukrayna’dan gelen çocukların danslarını izledik. Çok hoşuma gitti. Bol bol alkışladım. Çünkü televizyonda alkışlamayanları görünce çok kızmıştım. Kılıç kalkan’ı çok güzel oynadı yavrucaklar.

Haftasonu ise misafirim vardı. Sevgili dedem ve babanem. Onları yoracak da olsa evimi görmek istemişler. Amcam getirdi onları. Tabi bizim minik (En küçük kız kardeşim) de peşlerine takılmış. Elimden geldiğince iyi ağırlamaya çalıştım. Güzel bir haftasonu oldu. Çok da hızlı geçti. Yemek, bulaşık, minik’in derslerine yardım, aman amcam sıkılmasın film izleyelim, erken kalkalımlarla :) Amcam çok uyuyamaz, sabahın 6’sında uyanmış. Lavaboya giderken bir baktım gözler fal taşı gibi yatağında yatıyor. Dedim boşver Uzunbacak, bugün uyumayıver. Sabahın 6’sında cumartesi cumartesi amcama dedim, gel tv izleyelim totoroyu alıp başka odaya geçirdim, amcama tv’yi açtım. Kahvaltı hazırladım vs.vs.vs... Ne zamandır uyuşukluğum üzerimdeydi bu haftasonu canlandırıcı bir etki yaptı bende...

Aslında yeni sipariş edeceğim kitaplardan ve izlediğim filmlerden de bahsetmek istiyorum... Bir sonraki yazıda umarım.

21 Nisan 2008 Pazartesi

Farklı Bir Dünya ...


Sevdiğim bir konuda yazmak çok eğlenceli olacak. Arkadaşlarımla sohbet ederken en çok keyif aldığım sohbet konusu kitaplar. Sonra sinema, çizgi filmler, çocukluk anıları ve diğer bir sürü şey geliyor… Ama dediğim gibi kitapların ayrı bir yeri var. Belki de farklı bir dünya olduğu için. Sizin o kitabı okurken gittiğiniz yerleri, hissettiğiniz duyguları bir diğer kişiyle paylaşmak mutluluk verci.

Şu an okuduğum kitabı arkadaşlarım önerdi. The Fountainhead – Hayatın Kaynağı diye bir kitap. Ayn Rand kitabı 1943 yılında yazmış ve 1949 yılında da sinema filmi çekilmiş. Kitabın konusu şu şekilde ilerliyor.

Parlak genç bir mimar olan Howard Roark okulun geleneksel düzenine uygun çizimleri reddetmesi nedeniyle mimarlık okulundan son senesine kovulur. Roark okuldan kovulmasını engellemek adına hiçbir şey yapmaz, onun isteği Henry Cameron’un yanına gidip onunla çalışabilmektir. Henry herkesin yüzkarası olarak nitelendirdiği, sıradışı çizimleriyle sadece bir süre halkın ilgisini çekebilmiş, son zamanlardaysa hiç de gözde olmayan, Roark’un hayranlık duyduğu mimardır. Roark’ın kiracı olarak kaldığı evin sahibinin oğlu olan Peter Keating ise okulunu birincilikle bitirir ve New York’a taşınarak prestijli bir mimari firmasında çalışmaya başlar. İşte ben henüz bu bölümlerdeyim. Peter’in iş hayatı ve Roark’ın çabaları. Yaratıcılığın karşısındaki klasik yöntemler ve değişiklikten korkan insanlar ... Hoşuma gitti. Şimdilik çok başındayım. Ama bu tarz okumak isteyenlere önerebilirim. İnsanı düşündüren kitaplardan. Bitirdiğim zaman hislerimi yazarım. Okuyanlarınız varsa hislerinizi dinlemek hoşuma gider.

Bu kitaptan önce de Kraliçe’nin Soytarısını okudum, sürükleyici hoş bir kitaptı. Belki çoğunuz okumuştur. Ya da Boleyn Kızı’nı okumuşsunuzdur. Ben Boleyn Kızı’nı almak yerine bu kitabı almıştım. Boleyn Kızı’nın filmi izlerim diye düşünüyorum.

Bu aralar okuduğum diğer kitaplar da şunlar:

Akşam Güneşi – Reşat Nuri Güntekin: Yazarı çok sevdiğimden bu kitabı da çok seveceğimi düşünmüştüm ama açıkçası beğenmedim. Sürükleyici değildi. Birkaç ay önce Çınar’ın tavsiyesiyle Bir Kadın Düşmanı’nı okumuş ve beğenmiştim. Akşam Güneşi de netten kitap seçerken gözüme ilişmiş ve almıştım. Farklı bir kitaptı, tasvirler, karakterlerin ruh hallerini anlatışı falan güzel olsa da beni içine alamadı. Reşat Nuri’den favorilerim sırasıyla: Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Acımak, Yaprak Dökümü

Sevdalım Hayat – Zülfü Livaneli: Hoş bir kitaptı. Zülfü Livaneli’nin sıra dışı çocukluğu, yaşadıkları, sürgün hayatı vs. o dönem hakkında birçok şeyi öğrenmemizi sağlıyor. Keyifle okudum. Sadece son bölümlerinde biraz heyecanımı kaybettim, ama öneririm.

Latife Hanım – İpek Çalışlar: Çok güzeldi. Atamızın bilmediğimiz bir yönü. Aşık bir kadının tutkuları, istekleri ve karşısında çok büyük bir amacı olan bir erkek. Atamızın kararlılığı, azmi, çalışkanlığı ve ülkesini ne kadar çok sevdiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Ayrıca Latife Hanım’ın da biz Türk kadınları için neler yaptığından bahsediyor. Kitabı okuduktan sonra kendisine çok saygı duydum. Herkesin bilip öğrenmesi gerek bence…

Babam, Oğlum, Torunum – Emre Kongar: Güzel bir kitaptı. Yakın Türkiye tarihi Emre Kongar’ın aile yaşantısıyla bir arada anlatılıyor. Biyografi tarzındaki kitaplardan hoşlandığımdan zevkle bitirdim. Kızlarıma Mektuplar da güzelmiş ancak onu okuyamadım. Totoro okumuş ve çok beğenmiş. İkisini de tavsiye ederiz.

Şimdi gelelim elime alıp başlayamadığım ya da bir türlü ilerleyemediğim kitaplara. Yanlış anlamayın kitapların bir suçu yok. Sorun yanlış zamana denk gelme olayı. Yoksa hepsini okumak istiyorum.
Diriliş – Tolstoy: 100 sayfa kadar okudum. Çok da güzel gidiyordu. Ama şirkette bir İngilizce sınavı yapılacak ve geçemeyenler maaş zamlarını alamayacaklardı. (İşe ilk girerken sınavı atlayamayanlara- bende atlayamadığımdan) Tabi benim birinci amacım bu sınavı geçmekti. Kitap rafa kaldırıldı… Hala bekliyor. Hemen söyleyeyim sınavımı da geçtim hem de birincilikle…
Huzur – Ahmet Hamdi Tanpınar: Bu kitapta da 80 sayfa kadar ilerledim. İtiraf ediyorum ağır ilerleyen bir kitap ama keyifli. Ben öyle ağır ilerliyor diye kitabı sevmeyen biri değilimdir. Ama o aralar başka başka kitaplar da ilgilimi çekti ve Huzur arada kaynadı. Ama kesinlikle okuyacağım. Hatta “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü de almıştım. Onu da okuyacağım.

Siyat Süt – Elif Şafak: İşte bu bilerek bıraktıklarımdan. Merak ettim aldım. Hemen de okumaya başladım. Diğer kitabımı okurken araya sıkıştırdım yani :) Ama sonra vazgeçtim. Çünkü lohusalık dönemindeki bunalımlardan bahsediyor. Okuyup öğrenmek güzel tabi de. Ruhani varlıklardan falan da bahsediyor. Benim de en korktuğum şey. Hatta o gece riyamda korkunç şeyler gördüm. Hem okumak istiyorum hem de etkilenip lohusalık dönemimde aklıma getirim diye okumamak. Totoro’ya sen okuyup öğrenir misin dedim tamam dedi. Sanırım öyle yapacağız. Zaten yazar suya yazar gibi yazmış. Hatırlanmak için değil unutulmak içinmiş kitap. Ama ben kesin unutamam :)

Totoro’da bugünlerde bir sürü kitap okudu, ama ben daha onunkilerden pek okumadım. “İşkolik” diye bir kitap almıştı onu okudu ama beğenmedi. Pek de beğenmez her kitabı beyefendi. Sonra İlber Ortaylı’dan – Osmanlı’yı yeniden keşfetmek, Trevor Homer - İlklerin Kitabı vs. vs. O kendi kafasına göre netten sipariş veriyor ben de kendi kafama göre. Geçinip gidiyoruz bu şekilde :)

İleriki günlerde okuyacağım kitaplar da: Çınarcımdan aldığım “Puslu Kıtalar Atlası” ve başlayıp bitiremediğim yukarıda saydığım kitaplar. Totoro balığa gitmek istediğini söyledi, o oltasıyla uğraşırken bende kenarda kitaplarımı okur kısa sürede yeni kitaplara yer açarım, yaşasın :)

Güzel bir kitap sohbetiydi… Görüşmek üzere…