Dün Çınarcım kısa ve öz yazmışsın, devamını bekliyoruz demişti.
Ama ne yazık ki birazdan eğitime gidiyorum ve 3 gün devam edecek.
O nedenle bu da kısa ve öz :(
Dün akşam mayalı poğaça yaptım, güzel oldu.
Maya kokusunu çok fenaymış.
Mide bulantım 1 saat sürdü :))
Ama totoro çok seviyor mayalı, sık sık yapacağım gibi görünüyor.
Buralarda olamasamda arada vakit bulup sizleri takip ederim.
Görüşmek üzere...
21 Mayıs 2008 Çarşamba
20 Mayıs 2008 Salı
3 Günlük Tatil Eşittir
Piknik
100 sayfa kitap
Yapboz çabaları
Temizlik
Balkon Sefası
Sahilde dondurma
Avatar
Bol bol uyku
Tenis oynama çabaları
Resimleriyle yakında :)
100 sayfa kitap
Yapboz çabaları
Temizlik
Balkon Sefası
Sahilde dondurma
Avatar
Bol bol uyku
Tenis oynama çabaları
Resimleriyle yakında :)
16 Mayıs 2008 Cuma
Tuluyhan Uğurlu
Dün akşam Tuluyhan Uğurlu konserindeydik.
Muhteşemdi.
Çok güzel mesajlar içeriyordu.
Tam da havamdaydım sanırım, çok etkilendim.
Örnek:
SAVAŞA Hayır diye bağırmak istiyorum.
Afrikadaki çocuklar aç kalmasın istiyorum.
Hayvan derileri, fil dişleri konusunda daha duyarlı olalım, düşünelim istiyorum.
Çevreye zarar vermeyelim, çok çöp üretmeyelim, çok tüketmeyelim istiyorum.
İstiyorum, istiyorum ama çok bir şey de yapamıyorum.
Her zaman bildiğim şeyler tabi ama dün akşam yine çok etkilendim.
Elimden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyorum ama yetmiyor dahası da olmalı...
Geçenlerde eşimle ilçemizin gitmediğimiz yerlerini de görelim diye arabayla en uç bölgelere kadar gittik. Manzara harikaydı. Yeşillikler, deniz. Ama sonra birden iğrenç bir koku duyduk. Baktık ki, ilçemizin çöplüğü orada. Yeşillikler içinde bir tepeye atılıyormuş. Çok iğrenç. Yiyoruz, içiyoruz, tüketiyoruz ve çöplerin yok olduğunu sanıyoruz ama yok olmuyorlar, oradalar işte :(
Eskiden süt sütçü teyzen gelirdi, kutu çöpleri olmazdı. Meyve sebze alırken pazardan, herkes kendi pazar çantasıyla giderdi, naylon poşetler çıkmazdı vs. vs. Biliyorum değişti artık dünya bu şekilde ama yine de bunların arasında en uygun şekilde davranıp, doğaya zararımızı azaltabiliriz.
Etkilendim. Daha da dikkatli olmaya karar verdim. Şimdiye kadar dikkat ettiğimden daha da çok dikkat etmeye…
Sizleri de daha da duyarlı olmaya çağırıyorum.
Bu konuda yazmak isteyen herkesi sobeliyorum…
Tuluyhan Uğurlu çok şekerdin, bir harikasın…
Muhteşemdi.
Çok güzel mesajlar içeriyordu.
Tam da havamdaydım sanırım, çok etkilendim.
Örnek:
SAVAŞA Hayır diye bağırmak istiyorum.
Afrikadaki çocuklar aç kalmasın istiyorum.
Hayvan derileri, fil dişleri konusunda daha duyarlı olalım, düşünelim istiyorum.
Çevreye zarar vermeyelim, çok çöp üretmeyelim, çok tüketmeyelim istiyorum.
İstiyorum, istiyorum ama çok bir şey de yapamıyorum.
Her zaman bildiğim şeyler tabi ama dün akşam yine çok etkilendim.
Elimden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyorum ama yetmiyor dahası da olmalı...
Geçenlerde eşimle ilçemizin gitmediğimiz yerlerini de görelim diye arabayla en uç bölgelere kadar gittik. Manzara harikaydı. Yeşillikler, deniz. Ama sonra birden iğrenç bir koku duyduk. Baktık ki, ilçemizin çöplüğü orada. Yeşillikler içinde bir tepeye atılıyormuş. Çok iğrenç. Yiyoruz, içiyoruz, tüketiyoruz ve çöplerin yok olduğunu sanıyoruz ama yok olmuyorlar, oradalar işte :(
Eskiden süt sütçü teyzen gelirdi, kutu çöpleri olmazdı. Meyve sebze alırken pazardan, herkes kendi pazar çantasıyla giderdi, naylon poşetler çıkmazdı vs. vs. Biliyorum değişti artık dünya bu şekilde ama yine de bunların arasında en uygun şekilde davranıp, doğaya zararımızı azaltabiliriz.
Etkilendim. Daha da dikkatli olmaya karar verdim. Şimdiye kadar dikkat ettiğimden daha da çok dikkat etmeye…
Sizleri de daha da duyarlı olmaya çağırıyorum.
Bu konuda yazmak isteyen herkesi sobeliyorum…
Tuluyhan Uğurlu çok şekerdin, bir harikasın…
15 Mayıs 2008 Perşembe
Arkadaşlarla Paylaşmanın Önemi ;)
Trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına, hiç susun demeden yolculuğa devam ettiğinde; siz ona ne gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama sorsanız, belki de onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.
Prof.Covey'in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; “anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
Covey bu örnekleri ;“aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler” diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma(zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein'in bir sözünü anımsatıyor:
Karsılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?
Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Basımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır......."
Stephan Covey
Prof.Covey'in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; “anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
Covey bu örnekleri ;“aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler” diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma(zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein'in bir sözünü anımsatıyor:
Karsılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?
Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Basımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır......."
Stephan Covey
14 Mayıs 2008 Çarşamba
AVATAR – The Last Airbender
Bu aralar yine çizgi film havamdayım. İşte yeni merak saldığım çizgi dizi :
Hikaye: (http://tr.wikipedia.org)
Dizinin olay örgüsü başlamadan 100 yıl önce, Aang adlı 12 yaşındaki bir Hava Bükücü, Güney Hava Tapınağı'nda yaşıyordu. Yaşlı Keşişlerden kendisinin Avatar olduğunu öğrendi. Normalde bir Avatar'a gerçek kimliği 16 yaşına bastığında söylenirdi ancak Keşişler 4 ulus arasındaki savaşın yaklaşmakta olmasından korktukları için bunu daha önce açıkladılar; çünkü bir savaş başladığında barışı getirebilecek ve dengeyi yeniden sağlayabilecek tek kişi Avatar'dı. Kısa bir süre sonra Aang, öğreticisi ve koruyucusu Keşiş Gyatso'dan ayrılmak ve eğitimine devam etmek için Doğu Hava Tapınağı'na gitmesi gerektiğini öğrendi.
Korkmuş ve kafası karışmış olan Aang, uçan bizonu Appa ile birlikte kaçmaya karar verdi ama Güney Okyanusu'nda ani bir fırtına ile karşılaşıdı ve okyanusun dibine doğru batmaya başladı. Kendinden geçmiş bir halde bilinçsizce Avatar Hâli'ne geçen Aang, kendisini ve Appa'yı korumak için avatar halini alarak bir balon yarattı. Ancak Aang yarattığı buzdağının içinde Avatar hâlinde kaldı ve bu buzdağı Güney Kutbu'na doğru sürüklendi.
Dizi bu olaylardan 100 yıl sonra, Ateş Ulusu'nun savaşta mutlak zafere ulaşmak üzere olduğu bir dönemde başlar. Tüm Hava Gezginleri yok olmuştur. Su Kabileleri çok zor durumdadır. Güney Su Kabilesi'ndeki askerler, savaşmak için ailelerini terketmişlerdir ve evlerini savunmasız bırakmışlardır. Bu arada daha büyük olan Kuzey Su Kabilesi savunmaya devam etmektedir. Diğer yanda Toprak Krallığı, Ateş Ulusu'nun zaferi önündeki tek gerçek engeldir. Ancak sınırlarına gelen ordulara dayanmakta zorlanan Toprak Krallığı her geçen gün yenilgiye daha da yaklaşmaktadır.
Güney Su Kabilesi'ndeki iki kardeş: Deneyimsiz Su Bükücü Katara ve Kabile'nin koruyucusu genç savaşçı Sokka, Aang ve Appa'yı buzdağından kurtararak macerayı başlatırlar. Aang yokluğu boyunca bir asrın geçtiğini ve korkunç savaşın 100 yıldır sürdüğünü anlar. Aang'in kendisini dondurduğu yıl, Ateş Lordu Sozin, Avatar'ın yokluğunu fırsat bilir ve Dünya'nın yakınından geçmekte olan kuyrukluyıldızın gücünü de alarak büyük savaşı başlatır. Aang, Ateş Ulusu'nun Hava Göçebeleri'ni yok ettiğine inanamaz. Bu Aang'i hayattaki son Hava Bükücü yapacaktır.
Avatar olarak Aang'in görevi savaşı bitirmek ve uluslar arasında bozulan dengeyi yeniden kurmaktır. Aang, yeni tanıştığı arkadaşları Katara ve Sokka, uçan bizon Appa, maymun Momo ve 2.Sezon'da onlara katılan Toprak Bükücü Toph ile birlikte 4 elementin ustası olmak için yolculuğa başlar. Yolculukları boyunca sürgün Prens Zuko daha sonra ise kardeşi Prenses Azula ile uğraşmak zorunda kalırlar.
Esas görevi olan 4 elementin ustası olmak dışında Aang, yaz sonuna kadar Ateş Lordu Ozai'yi yenmek zorundadır. Çünkü Ateş Ulusu'na savaş başlatmak için güç veren "Sozin" kuyrukyıldızı yaz sonunda yeniden gelecek ve bu kez Ateş Bükücülere savaşı tamamen bitirecek gücü verecektir. Eğer bu gerçekleşirse, bu kez Avatar bile bozulan dengeyi yeniden sağlamayı başaramayacaktır.
Hikaye: (http://tr.wikipedia.org)
Dizinin olay örgüsü başlamadan 100 yıl önce, Aang adlı 12 yaşındaki bir Hava Bükücü, Güney Hava Tapınağı'nda yaşıyordu. Yaşlı Keşişlerden kendisinin Avatar olduğunu öğrendi. Normalde bir Avatar'a gerçek kimliği 16 yaşına bastığında söylenirdi ancak Keşişler 4 ulus arasındaki savaşın yaklaşmakta olmasından korktukları için bunu daha önce açıkladılar; çünkü bir savaş başladığında barışı getirebilecek ve dengeyi yeniden sağlayabilecek tek kişi Avatar'dı. Kısa bir süre sonra Aang, öğreticisi ve koruyucusu Keşiş Gyatso'dan ayrılmak ve eğitimine devam etmek için Doğu Hava Tapınağı'na gitmesi gerektiğini öğrendi.
Korkmuş ve kafası karışmış olan Aang, uçan bizonu Appa ile birlikte kaçmaya karar verdi ama Güney Okyanusu'nda ani bir fırtına ile karşılaşıdı ve okyanusun dibine doğru batmaya başladı. Kendinden geçmiş bir halde bilinçsizce Avatar Hâli'ne geçen Aang, kendisini ve Appa'yı korumak için avatar halini alarak bir balon yarattı. Ancak Aang yarattığı buzdağının içinde Avatar hâlinde kaldı ve bu buzdağı Güney Kutbu'na doğru sürüklendi.
Dizi bu olaylardan 100 yıl sonra, Ateş Ulusu'nun savaşta mutlak zafere ulaşmak üzere olduğu bir dönemde başlar. Tüm Hava Gezginleri yok olmuştur. Su Kabileleri çok zor durumdadır. Güney Su Kabilesi'ndeki askerler, savaşmak için ailelerini terketmişlerdir ve evlerini savunmasız bırakmışlardır. Bu arada daha büyük olan Kuzey Su Kabilesi savunmaya devam etmektedir. Diğer yanda Toprak Krallığı, Ateş Ulusu'nun zaferi önündeki tek gerçek engeldir. Ancak sınırlarına gelen ordulara dayanmakta zorlanan Toprak Krallığı her geçen gün yenilgiye daha da yaklaşmaktadır.
Güney Su Kabilesi'ndeki iki kardeş: Deneyimsiz Su Bükücü Katara ve Kabile'nin koruyucusu genç savaşçı Sokka, Aang ve Appa'yı buzdağından kurtararak macerayı başlatırlar. Aang yokluğu boyunca bir asrın geçtiğini ve korkunç savaşın 100 yıldır sürdüğünü anlar. Aang'in kendisini dondurduğu yıl, Ateş Lordu Sozin, Avatar'ın yokluğunu fırsat bilir ve Dünya'nın yakınından geçmekte olan kuyrukluyıldızın gücünü de alarak büyük savaşı başlatır. Aang, Ateş Ulusu'nun Hava Göçebeleri'ni yok ettiğine inanamaz. Bu Aang'i hayattaki son Hava Bükücü yapacaktır.
Avatar olarak Aang'in görevi savaşı bitirmek ve uluslar arasında bozulan dengeyi yeniden kurmaktır. Aang, yeni tanıştığı arkadaşları Katara ve Sokka, uçan bizon Appa, maymun Momo ve 2.Sezon'da onlara katılan Toprak Bükücü Toph ile birlikte 4 elementin ustası olmak için yolculuğa başlar. Yolculukları boyunca sürgün Prens Zuko daha sonra ise kardeşi Prenses Azula ile uğraşmak zorunda kalırlar.
Esas görevi olan 4 elementin ustası olmak dışında Aang, yaz sonuna kadar Ateş Lordu Ozai'yi yenmek zorundadır. Çünkü Ateş Ulusu'na savaş başlatmak için güç veren "Sozin" kuyrukyıldızı yaz sonunda yeniden gelecek ve bu kez Ateş Bükücülere savaşı tamamen bitirecek gücü verecektir. Eğer bu gerçekleşirse, bu kez Avatar bile bozulan dengeyi yeniden sağlamayı başaramayacaktır.
13 Mayıs 2008 Salı
Yorgunum Dostlarım, Yorgunum, Yorgun :))
Çınarcım haklısın yazmalıyım da, yazacak hal mı var? :))
Heryerim ağrıyo, bir isteksizlik, depresiflik hali. Yorgunluk ve Uykusuzluk ...
Dün başlayan Çağan Irmak dizisi merakımdan geç yattım. Önceki günlerden de uykusuz olunca, durum budur...
Haftasonu çok güzel geçti. Cuma akşamı sevgili komşucuklarımız geldi. Onlar gelmeden çok çalıştım. Plan yaptım. Ama planlarım suya düştü çünkü çocuklarını getirmediler. Halbuki ben çocuklara masa kurmuş. Tabaklarına yiyeceklerini bile koymuştum. Hatta izleyecekleri çizgi filmi seçmiş, bir de oynamaları için jengayı ortaya çıkarmıştım. Bu kadar plancı olmamak gerek :) Totoro bir sürü laf etti zaten, ne zaman rahat olmayı öğreneceksin diye. Ama ben zaten rahatım yapmazsam rahatsız oluyorum. Efendim, işte yedik, içtik, güldük gece 2'de son buldu muhabbetimiz. Ertesi gün banyo yapıp kuaföre gittim, süslendim. Sonra eşimle alışveriş yaptık. Kendisi bana anneler günü hediyesi aldı. Henüz anne olmasam da geleceğin annesi olduğum bahanesiyle :) Ne zamandır istediğim çantaya kavuştum.
Akşamüzeri misafirlerimiz (şehir dışından eşimin kuzeni ve eşi) geldi. Birlikte deniz kenarına yemeğe gittik. Sonrasında da bovling oynamaya. Eşimin kuzeni pek başarılı olamadı ama eşi gayet iyiydi. Kızlar olarak onları yeniyorduk ki, Totoro sağolsun "strike" yaparak hevesimizi kursağımızda bıraktı. Sevgili kocacım Totoro "Yapılacak şey miydi bu?". Gecemizin dışarı faslını bitirip eve geldik. Yeniden pasta, börek, kuruyemiş, meyve...(bu hafatasonu çok şiştim, ahhhhh ahhhh)
Pazar sabahı güzel bir hava ile uyandık. Kahvaltılıklarımızı alıp sahile indik. Denize karşı çaylarımızı yudumladık. (Deniz kenarında yaşamayanları kıskandırmıyorum umarım :)) Sonra ilçemizde bulunan turistik mekan sayılan mağaraları gezdik. Ben de ilk defa bu kadar ayrıntılı gezmiş oldum, hoş oldu. Bunların üstüne bir de go kart patlattık. Bu sefer çılgın gibi değil hanım hanım sürmeye çalıştım. Ama pek beceremedim galiba :) Sonra buradaki ünlü pidecimize gittik. Her zaman çok beğenirim. Ama terslik ya bu sefer nedense çok yağlı yapmışlar, misafirlerimiz beğenmedi :((
İşte haftasonu böyle. Dün ise arkadaşlarla yemek yedik. Lost'un son bölümünü izledim. Totoroyla birlikte bir saat boyunca 2000'lik yapbozumuzun parçalarını renklerine ayırdık. Yol arkadaşımı izledim.
Bu yapboz halısını kullanmayı bilen var mı? Daha katlamadık ama katlayınca bozulmadığına emin misiniz? Ne zor şeymiş bu yapboz olayı. Bir dahaki sefere 500'lük seçeceğim :)))
Bu arada Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ni bitirdim. Çok güzel karakter analizleri vardı ama sonunu beğenmedim. Herşey havada kaldı sanki. Bir sürü kişiden, konudan bahsedildi ama sonuç? Belki de devamı var ben bilmiyorum. Aslında mutlaka bir sonuç beklememek gerek, kendime göre sonuçlar çıkardım elbet ama okuyucu alışkanlığı işte olmuyor merak ediyorum...
Görüşmek üzere...
Heryerim ağrıyo, bir isteksizlik, depresiflik hali. Yorgunluk ve Uykusuzluk ...
Dün başlayan Çağan Irmak dizisi merakımdan geç yattım. Önceki günlerden de uykusuz olunca, durum budur...
Haftasonu çok güzel geçti. Cuma akşamı sevgili komşucuklarımız geldi. Onlar gelmeden çok çalıştım. Plan yaptım. Ama planlarım suya düştü çünkü çocuklarını getirmediler. Halbuki ben çocuklara masa kurmuş. Tabaklarına yiyeceklerini bile koymuştum. Hatta izleyecekleri çizgi filmi seçmiş, bir de oynamaları için jengayı ortaya çıkarmıştım. Bu kadar plancı olmamak gerek :) Totoro bir sürü laf etti zaten, ne zaman rahat olmayı öğreneceksin diye. Ama ben zaten rahatım yapmazsam rahatsız oluyorum. Efendim, işte yedik, içtik, güldük gece 2'de son buldu muhabbetimiz. Ertesi gün banyo yapıp kuaföre gittim, süslendim. Sonra eşimle alışveriş yaptık. Kendisi bana anneler günü hediyesi aldı. Henüz anne olmasam da geleceğin annesi olduğum bahanesiyle :) Ne zamandır istediğim çantaya kavuştum.
Akşamüzeri misafirlerimiz (şehir dışından eşimin kuzeni ve eşi) geldi. Birlikte deniz kenarına yemeğe gittik. Sonrasında da bovling oynamaya. Eşimin kuzeni pek başarılı olamadı ama eşi gayet iyiydi. Kızlar olarak onları yeniyorduk ki, Totoro sağolsun "strike" yaparak hevesimizi kursağımızda bıraktı. Sevgili kocacım Totoro "Yapılacak şey miydi bu?". Gecemizin dışarı faslını bitirip eve geldik. Yeniden pasta, börek, kuruyemiş, meyve...(bu hafatasonu çok şiştim, ahhhhh ahhhh)
Pazar sabahı güzel bir hava ile uyandık. Kahvaltılıklarımızı alıp sahile indik. Denize karşı çaylarımızı yudumladık. (Deniz kenarında yaşamayanları kıskandırmıyorum umarım :)) Sonra ilçemizde bulunan turistik mekan sayılan mağaraları gezdik. Ben de ilk defa bu kadar ayrıntılı gezmiş oldum, hoş oldu. Bunların üstüne bir de go kart patlattık. Bu sefer çılgın gibi değil hanım hanım sürmeye çalıştım. Ama pek beceremedim galiba :) Sonra buradaki ünlü pidecimize gittik. Her zaman çok beğenirim. Ama terslik ya bu sefer nedense çok yağlı yapmışlar, misafirlerimiz beğenmedi :((
İşte haftasonu böyle. Dün ise arkadaşlarla yemek yedik. Lost'un son bölümünü izledim. Totoroyla birlikte bir saat boyunca 2000'lik yapbozumuzun parçalarını renklerine ayırdık. Yol arkadaşımı izledim.
Bu yapboz halısını kullanmayı bilen var mı? Daha katlamadık ama katlayınca bozulmadığına emin misiniz? Ne zor şeymiş bu yapboz olayı. Bir dahaki sefere 500'lük seçeceğim :)))
Bu arada Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ni bitirdim. Çok güzel karakter analizleri vardı ama sonunu beğenmedim. Herşey havada kaldı sanki. Bir sürü kişiden, konudan bahsedildi ama sonuç? Belki de devamı var ben bilmiyorum. Aslında mutlaka bir sonuç beklememek gerek, kendime göre sonuçlar çıkardım elbet ama okuyucu alışkanlığı işte olmuyor merak ediyorum...
Görüşmek üzere...
9 Mayıs 2008 Cuma
Ortaya Karışık: Alışveriş – Yemek – Kitaplar – Yapboz - Kayınvalide
Bu hafta yoğun deyip duruyorum ama araya bir sürü şey sıkıştırdığımı fark ettim. Mesela kendime iki tane ayakkabı ve bir tane çanta aldım. Ayak numaram 40-41 olduğundan genelde sadece inci’den bulabiliyorum. Bulduğum zaman da hemen alıyorum. Herkes çeşit çeşit uygun fiyatlı ayakkabılar alıyor, çok kıskanıyorum. Ben öyle değişik değişik giyemiyorum :( Hamileyken ne yapacağımı düşünüyorum şimdiden. Herkes akıl veriyor, yaza getir de bari terlik giyersin diyorlar. Oldu hadi planlayayım bakalım tutacak mı? :))))
Çarşamba günü de Çınar, Badem ve Totoro’yla balık yedik denize karşı, açık havada. Biraz üşüdük ama olsun sohbet ve yemekler çok güzeldi. Bir güzel şiştik. Bir de Totoro ona neden Totoro ismini koyduğumu sordu. Çok şirin dedim ama “o” sanki tombik demek gibi geldi bana dedi. Çınar da hemen açıkladı “Totoro” Miyazaki’nin bir animesinden diye. Beni kurtaracak diye sevinirken hemen patlattı, o da şişko diye :)) Sevgili kocacım alınmış. Ama alınmasın şişman değil ki. Sadece bu aralar ikimizde hareketsizlik nedeniyle birazcık etlendik. Ben boydan çok iyi kurtarıyorum hatta dar giyinmezsem zayıf bile derler. Bu boyun işe yaradığı zamanlarda oluyor. (merak edenlere 1.78’im) Canım Totorom merak etme diyete başlıyoruz, tenis ve yürüyüş de başlayacak. Yakında filinta gibi olursun.
Bir de bu hafta kitap siparişlerimiz elimize ulaştı. Büyük bir zevkle kitaplığımıza yerleştirdim. Sizlerin sevdikleri kitaplardan da seçmiştim. İşte listem:
Kitaplarla birlikte yapboz halımızı da aldım sonunda. İşte evdeki yapbozumuz bakalım ne zamana bitireceğiz:
Bugün bir de kayınvalidemden bahsetmek istedim burada. Bugünlerde bana çok yardımcı sağolsun. Fedakârlığından burada da bahsetmeden geçemeyeceğim. Kayınvalidem yemek, pasta ve börek konularında çok başarılıdır. Ve aynı şehirde yaşamadığımız halde sık sık bize kargo yollar. Her seferinde de kızmıyorsun değil mi kızım istemezsen yollamam ama ben çok mutlu oluyorum der. Misafirin geleceği zaman bana haber ver diye de sıkı sıkı tembih eder. İşte bu hafta Cumartesi olacak misafirliğimi Cumartesi şehir dışından misafir geleceğinden Cuma’ya alınca, kayınvalidemden yardım istedim. Sağolsun bana börek, cevizli çörek, profiterol yollamış. Bende dolma ve bir çeşit daha tatlıyı ayarladım. Onun sayesinde her şey yoluna girdi. Bir de o kadar çok titiz olup kendini harap etmese süper olacak :) Ama ne yapalım insanlar değişemiyor.
Çarşamba günü de Çınar, Badem ve Totoro’yla balık yedik denize karşı, açık havada. Biraz üşüdük ama olsun sohbet ve yemekler çok güzeldi. Bir güzel şiştik. Bir de Totoro ona neden Totoro ismini koyduğumu sordu. Çok şirin dedim ama “o” sanki tombik demek gibi geldi bana dedi. Çınar da hemen açıkladı “Totoro” Miyazaki’nin bir animesinden diye. Beni kurtaracak diye sevinirken hemen patlattı, o da şişko diye :)) Sevgili kocacım alınmış. Ama alınmasın şişman değil ki. Sadece bu aralar ikimizde hareketsizlik nedeniyle birazcık etlendik. Ben boydan çok iyi kurtarıyorum hatta dar giyinmezsem zayıf bile derler. Bu boyun işe yaradığı zamanlarda oluyor. (merak edenlere 1.78’im) Canım Totorom merak etme diyete başlıyoruz, tenis ve yürüyüş de başlayacak. Yakında filinta gibi olursun.
Bir de bu hafta kitap siparişlerimiz elimize ulaştı. Büyük bir zevkle kitaplığımıza yerleştirdim. Sizlerin sevdikleri kitaplardan da seçmiştim. İşte listem:
Kitaplarla birlikte yapboz halımızı da aldım sonunda. İşte evdeki yapbozumuz bakalım ne zamana bitireceğiz:
Bugün bir de kayınvalidemden bahsetmek istedim burada. Bugünlerde bana çok yardımcı sağolsun. Fedakârlığından burada da bahsetmeden geçemeyeceğim. Kayınvalidem yemek, pasta ve börek konularında çok başarılıdır. Ve aynı şehirde yaşamadığımız halde sık sık bize kargo yollar. Her seferinde de kızmıyorsun değil mi kızım istemezsen yollamam ama ben çok mutlu oluyorum der. Misafirin geleceği zaman bana haber ver diye de sıkı sıkı tembih eder. İşte bu hafta Cumartesi olacak misafirliğimi Cumartesi şehir dışından misafir geleceğinden Cuma’ya alınca, kayınvalidemden yardım istedim. Sağolsun bana börek, cevizli çörek, profiterol yollamış. Bende dolma ve bir çeşit daha tatlıyı ayarladım. Onun sayesinde her şey yoluna girdi. Bir de o kadar çok titiz olup kendini harap etmese süper olacak :) Ama ne yapalım insanlar değişemiyor.
Sobe sobe :)
Yaşasın Sevgili Koza beni sobelemiş. Biraz geç fark ettim bu haftanın yoğunluğundan. Kusura bakma Kozacım :)
Bu sobeler gerçekten de düşündürücü oluyor… Beğendiğim bir sürü insan var ama etkilendiğim diye düşününce:
1- Annem: Sonuçta herkes mutlaka annesinden iyi ya da kötü şekilde etkilenmiştir diye düşünüyorum. Annemizin karakterinin baskın yönleri ya onun gibi olmamızı ya da tam tersi davranışı bize yansıtmıştır. Yıllar geçtikçe bazı konularda anneme çok benzediğimi fark ediyorum. Mesela ben küçükken pek konuşkan ve girişken değildim. Annemse herkesle konuşur, gülerdi. Mahallede kavga eden çocukların arasına dalar, çocuklar futbol oynarken balkondan onlara karışırdı. Yok sen faul yaptın, sen haklısın falan diye. Tabi ben o zamanlar anneme çok kızardım. Balkondan doğru onlara karışıyor, insanlarla çok konuşuyor diye. Şimdi bakıyorum da annem kadar olmasam da ben de bahçede çocuklar oynarken birine haksızlık yapıyorlar mı diye izliyorum. Eğer öyle bir durum varsa hemen balkondan sesleniyorum, öyle yapmayın birlikte oynayın diyorum, çekiniyorlar benden. Boy uzun olunca korkutucu oluyorum galiba :) (Hatta sağır dilsiz bir kız var beni arkadaşlarına gösterip eliyle çok uzun gibi bir işaret yaptı bir keresinde, diğerleri de güldüler :) Ama annem kadar çok karışamıyorum çünkü ne de olsa annem çocukluğundan beri büyüdüğü mahallede hepsinin annesini tanıdığı çocuklara karışıyordu. Bir keresinde yürüyüşe çıktık çok büyük bir kavga oluyor. Ortaokul lise çocukları 20-25 kişi kapışacaklar. Bir sürü adam var karışmıyor. Kız kardeşim el arabasının içinde annem sürüyor. Bana arabayı bıraktığı gibi koştu gitti çocukların arasına, şimdi polis çağırıyorum diye bağırdı. Herkes koştu kaçtı, dağıldı. Ama ben çok utanmıştım. Şimdi komik geliyor utanmam ama o zamanlar öyle düşünemiyor insan :) Cengaver gibi dalmıştı çocukların arasına. İşte bu huyları, her zaman çocuk ruhlu olması, vs. beni çok etkilemiş ve bende izler bırakmıştır. Seni Seviyorum Anneciğim.
2- Melda Öğretmen: Ortaokula geçtiğimiz zaman bütün derslerin birden İngilizce olması ve hazırlık sınıfından gelenlerin daha iyi İngilizce bilmesi benim biraz afallamamı sağlamıştı. İlkokulda gayet başarılıydım. Hatta bazı öğle aralarında öğretmenin verdiği ödevleri tahtaya çözerdim arkadaşlarım defterlerine geçirirlerdi. Ama ortaokulda matematik, fen İngilizce olunca ben ne yapacağımı bilemedim. Ortaokul böyle geçti. Liseye geldiğimde dersler tekrar Türkçe oldu ve ben sınıfta en yüksek notları almaya başladım. En çok da matematik öğretmenimiz Melda Hanım bana destek oldu. Daha sonraki yıllarda kendisinden özel ders de aldım. Hepimiz için her zaman örnekti. Hala kendisiyle araşıp, konuşuruz. Herkes ona hayrandı. Bir kere çok gençti, çok güzeldi. O kadar kibar konuşur, ellerini öyle güzel kullanırdı ki hayran olmamak imkansızdı. Benim üniversiteyi kazanmak için hırslanmamda, kendime güven duymamda çok etkisi olmuştur. Hep sen başarırsın derdi ve beni överdi. Çünkü en iyi dersim matematikti :) En çok da özel ders zamanı ders bitince bize ODTÜ’de yurtta kaldığı zamanlar ne kadar güzel günler geçirdiğini anlatır üniversite hayatının güzelliğinden bahsederdi. Bu yüzden ODTÜ’ye gitmeyi istemiştim ama olmadı. Olsun benim üniversite hayatım da gayet güzel geçti. Neresi olursa olsun o özgürlük çok güzel…
3- Türkan Şoray - Filiz Akın - Hülya Koçyiğit : Türk filmlerini çok izlememden kaynaklanan bir şey olsa gerek. Bu filmlerdeki ana karakterler beni çok etkilemiştir. Masumiyetleri, inatçılıkları…
Ben daha çok benim karakterimi etkileyen insanlardan bahsettim. Ama etkileyiciliklerinden büyülendiğim insanları saymam gerekirse de: Latife Hanım, Halide Edip Adıvar, Türk Kadınlarının özgürlüğü için çalışan kadınlar, İnsanlık adına, düzgün yaşayış adına bir şeyler yapan bütün kadınlar…
Umarım sobeyi düzgün cevaplayabilmişimdir Koza.
Sevgilerle,
Bu sobeler gerçekten de düşündürücü oluyor… Beğendiğim bir sürü insan var ama etkilendiğim diye düşününce:
1- Annem: Sonuçta herkes mutlaka annesinden iyi ya da kötü şekilde etkilenmiştir diye düşünüyorum. Annemizin karakterinin baskın yönleri ya onun gibi olmamızı ya da tam tersi davranışı bize yansıtmıştır. Yıllar geçtikçe bazı konularda anneme çok benzediğimi fark ediyorum. Mesela ben küçükken pek konuşkan ve girişken değildim. Annemse herkesle konuşur, gülerdi. Mahallede kavga eden çocukların arasına dalar, çocuklar futbol oynarken balkondan onlara karışırdı. Yok sen faul yaptın, sen haklısın falan diye. Tabi ben o zamanlar anneme çok kızardım. Balkondan doğru onlara karışıyor, insanlarla çok konuşuyor diye. Şimdi bakıyorum da annem kadar olmasam da ben de bahçede çocuklar oynarken birine haksızlık yapıyorlar mı diye izliyorum. Eğer öyle bir durum varsa hemen balkondan sesleniyorum, öyle yapmayın birlikte oynayın diyorum, çekiniyorlar benden. Boy uzun olunca korkutucu oluyorum galiba :) (Hatta sağır dilsiz bir kız var beni arkadaşlarına gösterip eliyle çok uzun gibi bir işaret yaptı bir keresinde, diğerleri de güldüler :) Ama annem kadar çok karışamıyorum çünkü ne de olsa annem çocukluğundan beri büyüdüğü mahallede hepsinin annesini tanıdığı çocuklara karışıyordu. Bir keresinde yürüyüşe çıktık çok büyük bir kavga oluyor. Ortaokul lise çocukları 20-25 kişi kapışacaklar. Bir sürü adam var karışmıyor. Kız kardeşim el arabasının içinde annem sürüyor. Bana arabayı bıraktığı gibi koştu gitti çocukların arasına, şimdi polis çağırıyorum diye bağırdı. Herkes koştu kaçtı, dağıldı. Ama ben çok utanmıştım. Şimdi komik geliyor utanmam ama o zamanlar öyle düşünemiyor insan :) Cengaver gibi dalmıştı çocukların arasına. İşte bu huyları, her zaman çocuk ruhlu olması, vs. beni çok etkilemiş ve bende izler bırakmıştır. Seni Seviyorum Anneciğim.
2- Melda Öğretmen: Ortaokula geçtiğimiz zaman bütün derslerin birden İngilizce olması ve hazırlık sınıfından gelenlerin daha iyi İngilizce bilmesi benim biraz afallamamı sağlamıştı. İlkokulda gayet başarılıydım. Hatta bazı öğle aralarında öğretmenin verdiği ödevleri tahtaya çözerdim arkadaşlarım defterlerine geçirirlerdi. Ama ortaokulda matematik, fen İngilizce olunca ben ne yapacağımı bilemedim. Ortaokul böyle geçti. Liseye geldiğimde dersler tekrar Türkçe oldu ve ben sınıfta en yüksek notları almaya başladım. En çok da matematik öğretmenimiz Melda Hanım bana destek oldu. Daha sonraki yıllarda kendisinden özel ders de aldım. Hepimiz için her zaman örnekti. Hala kendisiyle araşıp, konuşuruz. Herkes ona hayrandı. Bir kere çok gençti, çok güzeldi. O kadar kibar konuşur, ellerini öyle güzel kullanırdı ki hayran olmamak imkansızdı. Benim üniversiteyi kazanmak için hırslanmamda, kendime güven duymamda çok etkisi olmuştur. Hep sen başarırsın derdi ve beni överdi. Çünkü en iyi dersim matematikti :) En çok da özel ders zamanı ders bitince bize ODTÜ’de yurtta kaldığı zamanlar ne kadar güzel günler geçirdiğini anlatır üniversite hayatının güzelliğinden bahsederdi. Bu yüzden ODTÜ’ye gitmeyi istemiştim ama olmadı. Olsun benim üniversite hayatım da gayet güzel geçti. Neresi olursa olsun o özgürlük çok güzel…
3- Türkan Şoray - Filiz Akın - Hülya Koçyiğit : Türk filmlerini çok izlememden kaynaklanan bir şey olsa gerek. Bu filmlerdeki ana karakterler beni çok etkilemiştir. Masumiyetleri, inatçılıkları…
Ben daha çok benim karakterimi etkileyen insanlardan bahsettim. Ama etkileyiciliklerinden büyülendiğim insanları saymam gerekirse de: Latife Hanım, Halide Edip Adıvar, Türk Kadınlarının özgürlüğü için çalışan kadınlar, İnsanlık adına, düzgün yaşayış adına bir şeyler yapan bütün kadınlar…
Umarım sobeyi düzgün cevaplayabilmişimdir Koza.
Sevgilerle,
8 Mayıs 2008 Perşembe
Güneş ve Haftasonu
Karanlık bir sabahtı… Ama işte açtı güneş… Neşe doldurdu içimi. Bilinmez bir mutluluk verdi içime. İş yerinin sıkıntısı, evdeki temizliğin takibi ve misafirler için pasta börek planlarım arasında birden bir güneş doğdu içime de…
Sanki özgürlüğü hissettiriyor…
Evet günlerden Perşembe, yarın da büyük gün Cuma. En sevdiğim gün… Akşam misafirlerimiz var. Apartmanımız müstakil ev gibi. Beş katlı, her katta bir daire var. İlk iki kat kiracı. İkinci katta biz :) Üçüncü kat sahibi, apartman sahibini ikna ederek aldı evini, hayırlı olsun. En üst katta dublex, apartman sahibinin. İşte Cuma akşamı 3 grup olarak komşularımız gelecek. Eğlenceli geçiyor oturmalar. Zaten çok sık görüşemiyoruz. Daha doğrusu onlar bazen görüşüyorlar çocuklar vasıtasıyla falan ama biz sürekli oraya buraya koşturan çocuksuz çift olarak pek sık görüşemiyoruz. Görüşünce de gece 2’lere kadar falan oturuluyor. Yorgunluk olmasa sabaha kadar da sürebilir. Herkes halinden memnun gülmece, sohbet. Pek keyifli oluyor. Sohbetin bir bölümünde de mutlaka bayanlar eşleriyle ilgili ufak espriler yapıp takışıyorlar. Eşlerden bazıları hemen tepki veriyor, tecrübeli eşlerse sadece gülümsemekle yetiniyor. Cumartesi günü de eşimin kuzeni ve eşi gelecekler. İlk defa evimize ve şehrimize gelecekleri için onlar için de plan yapmakla meşgulüm. Nereyi gezdirsek, ne yesek, ne yapsam diye? Pazar günü de şirketimizin kuruluş yıldönümü münasebetiyle piknik var. Ona da katılırsak tamamdır. Hızlı bir haftasonu olacak gibi görünüyor. Pek de keyifli. Güneş de yüzünü hiç eksik etmez umarım.
Öğle arası oldu yupppiiii :) İş yerinde okuduğum “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni hemen elime alıp devam edebilirim. 45 dakikam var.
Görüşmek üzere…
Sanki özgürlüğü hissettiriyor…
Evet günlerden Perşembe, yarın da büyük gün Cuma. En sevdiğim gün… Akşam misafirlerimiz var. Apartmanımız müstakil ev gibi. Beş katlı, her katta bir daire var. İlk iki kat kiracı. İkinci katta biz :) Üçüncü kat sahibi, apartman sahibini ikna ederek aldı evini, hayırlı olsun. En üst katta dublex, apartman sahibinin. İşte Cuma akşamı 3 grup olarak komşularımız gelecek. Eğlenceli geçiyor oturmalar. Zaten çok sık görüşemiyoruz. Daha doğrusu onlar bazen görüşüyorlar çocuklar vasıtasıyla falan ama biz sürekli oraya buraya koşturan çocuksuz çift olarak pek sık görüşemiyoruz. Görüşünce de gece 2’lere kadar falan oturuluyor. Yorgunluk olmasa sabaha kadar da sürebilir. Herkes halinden memnun gülmece, sohbet. Pek keyifli oluyor. Sohbetin bir bölümünde de mutlaka bayanlar eşleriyle ilgili ufak espriler yapıp takışıyorlar. Eşlerden bazıları hemen tepki veriyor, tecrübeli eşlerse sadece gülümsemekle yetiniyor. Cumartesi günü de eşimin kuzeni ve eşi gelecekler. İlk defa evimize ve şehrimize gelecekleri için onlar için de plan yapmakla meşgulüm. Nereyi gezdirsek, ne yesek, ne yapsam diye? Pazar günü de şirketimizin kuruluş yıldönümü münasebetiyle piknik var. Ona da katılırsak tamamdır. Hızlı bir haftasonu olacak gibi görünüyor. Pek de keyifli. Güneş de yüzünü hiç eksik etmez umarım.
Öğle arası oldu yupppiiii :) İş yerinde okuduğum “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni hemen elime alıp devam edebilirim. 45 dakikam var.
Görüşmek üzere…
7 Mayıs 2008 Çarşamba
Origami
Merhabalar,
Arkadaşımın yazı işlerinde sorumlu olduğu, az sayıda basılan yerel bir dergi için geçen sene origami hakkında bir bilgilendirme yazısı yazmıştım. Sizlerle de paylaşmak istedim. Turna kuşunu yaparken zorlandığınız yerler olursa sorabilirsiniz. Kolay Gelsin ;)
İÇİMİZDE KALAN HEVES: ORİGAMİ
Bir sihir, bambaşka bir dünya…
80’lerde cumartesi sabahları televizyonda gösterilen kâğıt katlama sanatı programını belki de birçoğunuz hatırlar. Programdaki bayan, kâğıttan kuşlar, eşyalar yapar bize de nasıl yapacağımızı anlatırdı. Ben her program öncesi kâğıdımı özenle hazırlar, televizyonun başında heyecanla beklerdim. Ama hiçbir zaman kâğıdımı bir şekle benzetemezdim. Yapılacakları yetiştiremez, şaşkınlıkla elimdeki buruşmuş kâğıdıma bakardım. O günlerden kalan bir heves olsa gerek, geçenlerde izlediğim “Prison Break” adlı dizide katlanarak yapılmış bir turna kuşu görünce anılarım canlandı ve araştırmaya karar verdim. Origami hakkında bilgi edindim ve turna kuşu yapmayı öğrendim. İşte şimdi de bu bilgilerimi sizlerle paylaşacağım. Bir kâğıdın, her katlamada, bir şekilden bambaşka bir şekle sihir gibi dönüşmesini göreceğiz. Belki sizlerin de çocukluk günlerinizden içinizde kalan bir hevestir Origami…
Tarihçe:
Ju-do (denge yolu), ike-bana (yaşatilan cicek) ve kara-te (boş el) sözcüklerinin iki kelimeden oluşması gibi, Origami de Oru (katlamak) ve Kami (kağıt) Japonca sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmektedir. Origami büyük gelişimini Japonya’da göstermiş olsa da Çin kökenlidir. Kağıt katlama sanatının, kağıt yapma sanatının çıktığı yerden çıkması da çok normaldir. Çin’de, vefat eden kişiyi mutlu etmek için, cenaze törenlerinde katlanmış kâğıttan para ve diğer bazı eşyalar yapılır ve bunlar tanrılara adanır ya da ölen kişinin öldükten sonra da kullanması için onunla birlikte yakılır veya gömülürmüş. Daha sonraları, katlanan kâğıtla şemsiye, yelpaze gibi, günlük yaşamda kullanılan daha işlevsel eşyalar yapılmaya başlanmıştır. Fakat daha önce de bahsettiğim gibi Origami en ileri düzeyine Japonya'da ulaşmıştır. Japonlar kaliteli kâğıtlara her zaman saygı duymuşlardır. Hatta Japonca’da kâğıt manasına gelen Kami kelimesi, Tanrı kelimesi ile aynı şekilde telaffuz edilir. Kâğıt, Shinto dini törenlerinde ve geleneksel bayramlarda önemli bir rol oynamıştır. Kâğıt ilk üretilmeye başladığı devirlerde çok pahalı ve az bulunan bir materyal olduğu için de Origami daha çok zenginlerin uğraştığı bir sanat olmuş ve daha çok dini törenlerde kullanılıyormuş. Zamanla kâğıt üretme tekniklerinin gelişmesiyle kâğıt üretiminin maliyeti azalmış ve Origami daha geniş kesimlere ulaşma imkanı bulmuştur.
Japonlar şu anda yapılan birçok temel Origami formunu bundan 1200 yıl öncesinde geliştirmişlerdir. Günümüze kadar gelen ve Japoncada “Senbaorizuru” olarak adlandırılan 1000 Turna katlama geleneğinin klasik Japon tarihinin son dönemi olan Heian döneminde (794-1185) başladığı düşünülmektedir. (1000 turna kuşu katlayan kişinin dileklerinin gerçekleşeceğine inanılmaktadır.) Ayrıca, bu dönemde kâğıdın çok değerli olması nedeniyle samuraylar, birbirlerine hediye olarak kâğıdın çiçek şeklinde katlanmasıyla yapılan Noshi süslerini verirlermiş. Aristokrat sınıfının düğün törenlerinde de, bir çeşit Japon içkisi olan “sake”yi, gelin ve damada sunarken bardakları kelebek biçiminde katlanmış kağıtlarla süslerlermiş. Günümüz Japonya’sında görebileceğimiz Noshi güzel bir dekorasyon malzemesi ve hediye paketi süslemesi olarak kullanılmaya devam etmektedir. Paketin üzerine takılan Noshi, onun bir hediye olduğunu belirtir ve ayrıca, hediyeyi alan kişi için iyi dilekleri de sembolize eder. Ancak Noshi'ler artık mağazalardan hazır olarak satın alınmaktadır. Japonya’nın batı dünyasına kapılarının kapandığı Tokugawa döneminde (1600-1868) ise, Origami, artık boş zamanları değerlendiren yaratıcı bir faaliyet olarak yapılmaya başlanmıştır. 1845 yılında basılan Japon derlemesi olan "Kan no Mado"nun bir bölümünde, o dönemde bilinen kırktan fazla katlanmış figürün yapımını gösteren çizimler ve bazı şemalar yer almaktadır.
Günümüzde Origami, sadece Japonların geleneksel sanatı olmaktan çıkmış dünyanın birçok ülkesinde her yaştan ve her meslekten insanın uğraştığı bir hobi, birçok eğitim kurumunun kullandığı öğrenmeyi öğretme aracı olmuştur. Birçok ülkede Origami kulüpleri ve federasyonları açılmıştır.
Origami tarihinde dönüm noktası olan hüzünlü bir olay vardır. Bu olayı da sizlere aktarmak isterim. Hiroşima'da, atom bombasının patlaması sonucunda radyasyon etkileriyle Lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako isimli bir çocuk varmış. İyileşmek için inanışa uygun olarak 1000 tane turna kuşu yapmaya karar vermiş. Fakat küçük vücudunu yiyip bitiren hastlalık ancak 644 tanesini bitirebilmesine izin vermiş. Arkadaşları da onun yerine sayıyı tamamlamış ve cenaze töreninde mezarını turna kuşlarıyla kaplamışlar. Bu olay Hiroşima’da o günün, “Dünya Çocuk Barış Günü” olarak kutlanmasına ve Sadako 'nun Seatle'da bir heykelinin yapılmasına vesile olmuş. Bu nedenle, her sene Ağustos ayının 6'sında kutlanan barış gününde, dünya çapında birçok çocuk tarafından yapılan turna kuşları Hiroşima’ya gönderilir.
Origami:
Origami, kare kâğıt parçalarını kesmeden ve yapıştırıcı kullanmadan, sadece katlayarak, çeşitli figürler oluşturulması olarak ifade edilir. Dikdörtgen kâğıtlardan, hatta kağıt paralardan yapılan modeller de oldukça fazladır. Origami klasik Origami ve parçalı Origami olmak üzere iki çeşittir. Klasik Origami genellikle tek parça kâğıttan yapılmaktadır. Parçalı Origami ise birbirinin benzeri parçaların birleştirilmesiyle oluşturulur ve üç boyutlu geometrik figürler yapılmasında kullanılır. Parça sayısında bir sınır olmayan parçalı Origami tak-çıkar oyuncaklarına benzer ve aynı parçalar kullanılarak birçok değişik figür üretilebilir.
Origami’ye Nasıl Başlarım? Temel Teknikler?
Origami ile ilgili internetten birçok bilgi edinilebilir. Mesela bir kurbağa yapabilmek için önce onun diyagramını bulmak gerekir. Bulunan diyagrama bakarak katlama yapabilmek için ise o diyagramı okumayı da öğrenmeliyiz. Diyagramlar kurbağa olsun, tavşan olsun bir Origami modelinin nasıl yapılacağını adım adım gösteren şemalardır. Bu diyagramlar kâğıtların hangi sırayla katlanacağını gösterirken, bir takım semboller ve çizgi türleri kullanırlar. Katlama biçimlerinin teknik isimleri vardır. Örneğin, kesikli çizgiyle gösterilen katlama "valley fold" katlamadır. Kesikli çizgi bize kâğıdın içeri doğru katlanması gerektiğini gösterir. Kesikli ve noktalı çizgi gördüğümüz zaman ise bu "mountain fold"dur ve görünce, tersi yönde katlamalıyız. Bu şekilde katlama yöntemleri olduğu gibi kâğıdı açmamızı ya da modeli ters çevirmemizi söyleyen işaretler de vardır.
İşaret dilini öğrendikten sonra diyagramları okumaya başlarız. Artık içe mi dışa mı katlayacağımızı, neresini çevirip neresinden tutacağımızı biliriz. İşi öğrenmiş olduğumuza inanarak kâğıdımızı alır, diyagramımızı önümüze açarız. Ve bir de bakarız ki, akım şeması düz bir kâğıttan başlayacağına neredeyse yarıya kadar gelmiş bir Origami şekliyle başlıyor. Şeklin altına bakınca da "bir preliminary base yapın" dediğini görürüz. Demek ki diyagramı okumayı öğrendikten sonra, bir de temel teknikleri, "base"leri öğrenmek gerekiyor ya da en azından onların yapımını anlatan diyagramı da bulmak gerekiyor. Gözünüz korkmasın, öğrenilmesi gereken 5-6 tane base var (preliminary base, bird base, waterbomb base, fish base vb.). Birçok model bu temel aşama inşa edildikten sonra yapılan modifikasyonlarla şekillendirilir. Örneğin "bird base" ile birçok kuş ve böcek modeli yapılabildiği gibi çok güzel bir çiçek modeli de yapılabilir.
Çağdaş Origami
Son 25 yılda Origami sanatına yeni materyaller, yeni metodlar ve yeni fikirler girmiştir. Geçmişin basit hayvan ve çiçeklerine, anatomik olarak doğru, bacakları ve dişleri olan hayvanlar, böcekler eklenmiştir. Shafer isimli bir Origamici Star Trek uzay gemisi Enterprise'in modelini yapmıştır. Bu model 72 diyagramdan ve 11 sayfa açıklamadan oluşmaktadır. Shafer’in bu modeli tasarlaması 1 ay sürmüş ve denilene göre orta düzey bir katlayıcı ancak 1 haftada bu diyagramlara bakarak inşa edebilirmiş modeli. Başka bir Origami tasarımcısı Robert Lang ise bilgisayar yardımıyla 8 bacaklı, kuyrukları, kıskacı ve anteniyle anatomik olarak gerçeğine birebir uygun bir istakoz tasarlamayı başarmıştır. Kağıttan uçak yapmak ise Origaminin kelime anlamına uygun gibi gelse de sanattan çok bilime giren bir konudur. Hatta konu doğrudan aerodinamikle ilgilidir. Uçak yapımına ilginiz var ise, TÜBİTAK yayınlarından "Katla ve Uçur" isimli kitabı okuyabilirsiniz. İnternette geleneksel metotlar kullanarak yapılan birçok modelle karşılaşabilirsiniz. Kayık, gemi, uçak, araba gibi araçların yanında; rüzgârgülü, kalemlik, küllük, vazo gibi yararlı aletler; penguen, turna kuşu, sincap, çekirge gibi canlılar ve bir Jurassic Park kurulabilecek kadar dinozor modeli bulabilirsiniz. Başlangıç katlamalarında size yardımcı olabilecek olan http://www.Origami-club.com/en sitesini ziyaret edebilirsiniz. Katlamaları diyagram olarak görmenin yanında her bir katlamanın nasıl yapılacağını animasyon şeklinde de izleyebilirsiniz.
Hepinize güzel günler dilerim.
Kaynaklar:
http://www.tr.emb-japan.go.jp
http://Origamisan.org
http://tr.wikipedia.org/wiki/Origami
Turna Kuşu Yapımı:
1-Kare şeklindeki kâğıdımızı şekildeki gibi ikiye katlıyoruz.
2-Oluşan ters üçgeni sola doğru tekrar ikiye katlıyoruz.
3-Şekildeki üçgende sol taraftaki ucun tek katını sağ alttaki uca katlayıp açarak kat izi oluşturuyoruz.
4-Kat izi olarak oluşturduğumuz çizginin alt ucunu tutarak yukarı sağa doğru açıyoruz ve bir kare elde ediyoruz.
5-Kâğıdımızı sağa doğru ters çeviriyoruz.
6-4’üncü adımdaki işlemleri tekrarlayacağız. Sağ taraftaki üçgeni karenin yarısını kaplayacak şekilde katlayıp açarak kat izimizi oluşturuyoruz. Daha sonra kat izi olarak oluşturduğumuz çizginin alt ucunu tutarak yukarı sola doğru açıyoruz ve bir kare elde ediyoruz.
7-Kâğıdımızı şekil 7’deki gibi katlayıp açarak kat izlerimizi oluşturacağız. Sağ ve sol taraftaki uçları ortadaki çizgiye kadar katlıyoruz. Daha sonra yukarıda kalan üçgeni de kendimize doğru katlıyoruz ve hepsini açıyoruz.
8-Oluşan kat izleri doğrultusunda alt ucun bir katını arkaya doğru açıyoruz.
9-Açtıktan sonra kat izleri doğrultusunda sağ ve sol kenarları içeri doğru şekildeki gibi katlıyoruz.
10-Kâğıdımızı ters çeviriyoruz.
11-7, 8 ve 9’uncu adımları tekrarlıyoruz.
12-Sağ ve sol taraftaki köşeleri orta çizgiye gelecek şekilde katlıyoruz.
13-Katladığımız şekli sağ ve sol alt uçlar yukarıya doğru katladığımızda kenarlarla üst üste paralel gelecek şekilde katlıyoruz. Şekil 13’teki gibi kat izi oluşturacağız, bunun için 12. ve 13. adımdaki katlamalarımızı tekrar açıyoruz.
14-Sol tarafın tek katını sağa doğru çeviriyoruz ve alt ucu yukarı doğru ters olarak çeviriyoruz ve sağa çevirdiğimiz tek katı tekrar sola çeviriyoruz. Böylece alt uç iki katın arasından yukarıya doğru katlanmış oluyor. Sağ tarafı da aynı şekilde katlıyoruz. Kuşumuzun kafasını yapmak içinse, sol uçtaki noktayı iki katın arasından aşağıya doğru eğimli bir şekilde katlıyoruz.
15-Kanatlar için üst üçgen iki yandan aşağı doğru katlanabilir ya da elimizle aşağı doğru çekmemiz yeterli olacaktır.
16-Kuşumuzu uçurmak için boyun bölgesinden kanatların başlangıç yerini de tutacak şekilde tutuyoruz ve kuyruğunu sağa doğru çekiyoruz. İşte uçan kuşumuz…
Not: http://www.origamisan.org/diyagramlar/koepek-katliyoruz (Bu köpek de çok şeker)
Arkadaşımın yazı işlerinde sorumlu olduğu, az sayıda basılan yerel bir dergi için geçen sene origami hakkında bir bilgilendirme yazısı yazmıştım. Sizlerle de paylaşmak istedim. Turna kuşunu yaparken zorlandığınız yerler olursa sorabilirsiniz. Kolay Gelsin ;)
İÇİMİZDE KALAN HEVES: ORİGAMİ
Bir sihir, bambaşka bir dünya…
80’lerde cumartesi sabahları televizyonda gösterilen kâğıt katlama sanatı programını belki de birçoğunuz hatırlar. Programdaki bayan, kâğıttan kuşlar, eşyalar yapar bize de nasıl yapacağımızı anlatırdı. Ben her program öncesi kâğıdımı özenle hazırlar, televizyonun başında heyecanla beklerdim. Ama hiçbir zaman kâğıdımı bir şekle benzetemezdim. Yapılacakları yetiştiremez, şaşkınlıkla elimdeki buruşmuş kâğıdıma bakardım. O günlerden kalan bir heves olsa gerek, geçenlerde izlediğim “Prison Break” adlı dizide katlanarak yapılmış bir turna kuşu görünce anılarım canlandı ve araştırmaya karar verdim. Origami hakkında bilgi edindim ve turna kuşu yapmayı öğrendim. İşte şimdi de bu bilgilerimi sizlerle paylaşacağım. Bir kâğıdın, her katlamada, bir şekilden bambaşka bir şekle sihir gibi dönüşmesini göreceğiz. Belki sizlerin de çocukluk günlerinizden içinizde kalan bir hevestir Origami…
Tarihçe:
Ju-do (denge yolu), ike-bana (yaşatilan cicek) ve kara-te (boş el) sözcüklerinin iki kelimeden oluşması gibi, Origami de Oru (katlamak) ve Kami (kağıt) Japonca sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmektedir. Origami büyük gelişimini Japonya’da göstermiş olsa da Çin kökenlidir. Kağıt katlama sanatının, kağıt yapma sanatının çıktığı yerden çıkması da çok normaldir. Çin’de, vefat eden kişiyi mutlu etmek için, cenaze törenlerinde katlanmış kâğıttan para ve diğer bazı eşyalar yapılır ve bunlar tanrılara adanır ya da ölen kişinin öldükten sonra da kullanması için onunla birlikte yakılır veya gömülürmüş. Daha sonraları, katlanan kâğıtla şemsiye, yelpaze gibi, günlük yaşamda kullanılan daha işlevsel eşyalar yapılmaya başlanmıştır. Fakat daha önce de bahsettiğim gibi Origami en ileri düzeyine Japonya'da ulaşmıştır. Japonlar kaliteli kâğıtlara her zaman saygı duymuşlardır. Hatta Japonca’da kâğıt manasına gelen Kami kelimesi, Tanrı kelimesi ile aynı şekilde telaffuz edilir. Kâğıt, Shinto dini törenlerinde ve geleneksel bayramlarda önemli bir rol oynamıştır. Kâğıt ilk üretilmeye başladığı devirlerde çok pahalı ve az bulunan bir materyal olduğu için de Origami daha çok zenginlerin uğraştığı bir sanat olmuş ve daha çok dini törenlerde kullanılıyormuş. Zamanla kâğıt üretme tekniklerinin gelişmesiyle kâğıt üretiminin maliyeti azalmış ve Origami daha geniş kesimlere ulaşma imkanı bulmuştur.
Japonlar şu anda yapılan birçok temel Origami formunu bundan 1200 yıl öncesinde geliştirmişlerdir. Günümüze kadar gelen ve Japoncada “Senbaorizuru” olarak adlandırılan 1000 Turna katlama geleneğinin klasik Japon tarihinin son dönemi olan Heian döneminde (794-1185) başladığı düşünülmektedir. (1000 turna kuşu katlayan kişinin dileklerinin gerçekleşeceğine inanılmaktadır.) Ayrıca, bu dönemde kâğıdın çok değerli olması nedeniyle samuraylar, birbirlerine hediye olarak kâğıdın çiçek şeklinde katlanmasıyla yapılan Noshi süslerini verirlermiş. Aristokrat sınıfının düğün törenlerinde de, bir çeşit Japon içkisi olan “sake”yi, gelin ve damada sunarken bardakları kelebek biçiminde katlanmış kağıtlarla süslerlermiş. Günümüz Japonya’sında görebileceğimiz Noshi güzel bir dekorasyon malzemesi ve hediye paketi süslemesi olarak kullanılmaya devam etmektedir. Paketin üzerine takılan Noshi, onun bir hediye olduğunu belirtir ve ayrıca, hediyeyi alan kişi için iyi dilekleri de sembolize eder. Ancak Noshi'ler artık mağazalardan hazır olarak satın alınmaktadır. Japonya’nın batı dünyasına kapılarının kapandığı Tokugawa döneminde (1600-1868) ise, Origami, artık boş zamanları değerlendiren yaratıcı bir faaliyet olarak yapılmaya başlanmıştır. 1845 yılında basılan Japon derlemesi olan "Kan no Mado"nun bir bölümünde, o dönemde bilinen kırktan fazla katlanmış figürün yapımını gösteren çizimler ve bazı şemalar yer almaktadır.
Günümüzde Origami, sadece Japonların geleneksel sanatı olmaktan çıkmış dünyanın birçok ülkesinde her yaştan ve her meslekten insanın uğraştığı bir hobi, birçok eğitim kurumunun kullandığı öğrenmeyi öğretme aracı olmuştur. Birçok ülkede Origami kulüpleri ve federasyonları açılmıştır.
Origami tarihinde dönüm noktası olan hüzünlü bir olay vardır. Bu olayı da sizlere aktarmak isterim. Hiroşima'da, atom bombasının patlaması sonucunda radyasyon etkileriyle Lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako isimli bir çocuk varmış. İyileşmek için inanışa uygun olarak 1000 tane turna kuşu yapmaya karar vermiş. Fakat küçük vücudunu yiyip bitiren hastlalık ancak 644 tanesini bitirebilmesine izin vermiş. Arkadaşları da onun yerine sayıyı tamamlamış ve cenaze töreninde mezarını turna kuşlarıyla kaplamışlar. Bu olay Hiroşima’da o günün, “Dünya Çocuk Barış Günü” olarak kutlanmasına ve Sadako 'nun Seatle'da bir heykelinin yapılmasına vesile olmuş. Bu nedenle, her sene Ağustos ayının 6'sında kutlanan barış gününde, dünya çapında birçok çocuk tarafından yapılan turna kuşları Hiroşima’ya gönderilir.
Origami:
Origami, kare kâğıt parçalarını kesmeden ve yapıştırıcı kullanmadan, sadece katlayarak, çeşitli figürler oluşturulması olarak ifade edilir. Dikdörtgen kâğıtlardan, hatta kağıt paralardan yapılan modeller de oldukça fazladır. Origami klasik Origami ve parçalı Origami olmak üzere iki çeşittir. Klasik Origami genellikle tek parça kâğıttan yapılmaktadır. Parçalı Origami ise birbirinin benzeri parçaların birleştirilmesiyle oluşturulur ve üç boyutlu geometrik figürler yapılmasında kullanılır. Parça sayısında bir sınır olmayan parçalı Origami tak-çıkar oyuncaklarına benzer ve aynı parçalar kullanılarak birçok değişik figür üretilebilir.
Origami’ye Nasıl Başlarım? Temel Teknikler?
Origami ile ilgili internetten birçok bilgi edinilebilir. Mesela bir kurbağa yapabilmek için önce onun diyagramını bulmak gerekir. Bulunan diyagrama bakarak katlama yapabilmek için ise o diyagramı okumayı da öğrenmeliyiz. Diyagramlar kurbağa olsun, tavşan olsun bir Origami modelinin nasıl yapılacağını adım adım gösteren şemalardır. Bu diyagramlar kâğıtların hangi sırayla katlanacağını gösterirken, bir takım semboller ve çizgi türleri kullanırlar. Katlama biçimlerinin teknik isimleri vardır. Örneğin, kesikli çizgiyle gösterilen katlama "valley fold" katlamadır. Kesikli çizgi bize kâğıdın içeri doğru katlanması gerektiğini gösterir. Kesikli ve noktalı çizgi gördüğümüz zaman ise bu "mountain fold"dur ve görünce, tersi yönde katlamalıyız. Bu şekilde katlama yöntemleri olduğu gibi kâğıdı açmamızı ya da modeli ters çevirmemizi söyleyen işaretler de vardır.
İşaret dilini öğrendikten sonra diyagramları okumaya başlarız. Artık içe mi dışa mı katlayacağımızı, neresini çevirip neresinden tutacağımızı biliriz. İşi öğrenmiş olduğumuza inanarak kâğıdımızı alır, diyagramımızı önümüze açarız. Ve bir de bakarız ki, akım şeması düz bir kâğıttan başlayacağına neredeyse yarıya kadar gelmiş bir Origami şekliyle başlıyor. Şeklin altına bakınca da "bir preliminary base yapın" dediğini görürüz. Demek ki diyagramı okumayı öğrendikten sonra, bir de temel teknikleri, "base"leri öğrenmek gerekiyor ya da en azından onların yapımını anlatan diyagramı da bulmak gerekiyor. Gözünüz korkmasın, öğrenilmesi gereken 5-6 tane base var (preliminary base, bird base, waterbomb base, fish base vb.). Birçok model bu temel aşama inşa edildikten sonra yapılan modifikasyonlarla şekillendirilir. Örneğin "bird base" ile birçok kuş ve böcek modeli yapılabildiği gibi çok güzel bir çiçek modeli de yapılabilir.
Çağdaş Origami
Son 25 yılda Origami sanatına yeni materyaller, yeni metodlar ve yeni fikirler girmiştir. Geçmişin basit hayvan ve çiçeklerine, anatomik olarak doğru, bacakları ve dişleri olan hayvanlar, böcekler eklenmiştir. Shafer isimli bir Origamici Star Trek uzay gemisi Enterprise'in modelini yapmıştır. Bu model 72 diyagramdan ve 11 sayfa açıklamadan oluşmaktadır. Shafer’in bu modeli tasarlaması 1 ay sürmüş ve denilene göre orta düzey bir katlayıcı ancak 1 haftada bu diyagramlara bakarak inşa edebilirmiş modeli. Başka bir Origami tasarımcısı Robert Lang ise bilgisayar yardımıyla 8 bacaklı, kuyrukları, kıskacı ve anteniyle anatomik olarak gerçeğine birebir uygun bir istakoz tasarlamayı başarmıştır. Kağıttan uçak yapmak ise Origaminin kelime anlamına uygun gibi gelse de sanattan çok bilime giren bir konudur. Hatta konu doğrudan aerodinamikle ilgilidir. Uçak yapımına ilginiz var ise, TÜBİTAK yayınlarından "Katla ve Uçur" isimli kitabı okuyabilirsiniz. İnternette geleneksel metotlar kullanarak yapılan birçok modelle karşılaşabilirsiniz. Kayık, gemi, uçak, araba gibi araçların yanında; rüzgârgülü, kalemlik, küllük, vazo gibi yararlı aletler; penguen, turna kuşu, sincap, çekirge gibi canlılar ve bir Jurassic Park kurulabilecek kadar dinozor modeli bulabilirsiniz. Başlangıç katlamalarında size yardımcı olabilecek olan http://www.Origami-club.com/en sitesini ziyaret edebilirsiniz. Katlamaları diyagram olarak görmenin yanında her bir katlamanın nasıl yapılacağını animasyon şeklinde de izleyebilirsiniz.
Hepinize güzel günler dilerim.
Kaynaklar:
http://www.tr.emb-japan.go.jp
http://Origamisan.org
http://tr.wikipedia.org/wiki/Origami
Turna Kuşu Yapımı:
1-Kare şeklindeki kâğıdımızı şekildeki gibi ikiye katlıyoruz.
2-Oluşan ters üçgeni sola doğru tekrar ikiye katlıyoruz.
3-Şekildeki üçgende sol taraftaki ucun tek katını sağ alttaki uca katlayıp açarak kat izi oluşturuyoruz.
4-Kat izi olarak oluşturduğumuz çizginin alt ucunu tutarak yukarı sağa doğru açıyoruz ve bir kare elde ediyoruz.
5-Kâğıdımızı sağa doğru ters çeviriyoruz.
6-4’üncü adımdaki işlemleri tekrarlayacağız. Sağ taraftaki üçgeni karenin yarısını kaplayacak şekilde katlayıp açarak kat izimizi oluşturuyoruz. Daha sonra kat izi olarak oluşturduğumuz çizginin alt ucunu tutarak yukarı sola doğru açıyoruz ve bir kare elde ediyoruz.
7-Kâğıdımızı şekil 7’deki gibi katlayıp açarak kat izlerimizi oluşturacağız. Sağ ve sol taraftaki uçları ortadaki çizgiye kadar katlıyoruz. Daha sonra yukarıda kalan üçgeni de kendimize doğru katlıyoruz ve hepsini açıyoruz.
8-Oluşan kat izleri doğrultusunda alt ucun bir katını arkaya doğru açıyoruz.
9-Açtıktan sonra kat izleri doğrultusunda sağ ve sol kenarları içeri doğru şekildeki gibi katlıyoruz.
10-Kâğıdımızı ters çeviriyoruz.
11-7, 8 ve 9’uncu adımları tekrarlıyoruz.
12-Sağ ve sol taraftaki köşeleri orta çizgiye gelecek şekilde katlıyoruz.
13-Katladığımız şekli sağ ve sol alt uçlar yukarıya doğru katladığımızda kenarlarla üst üste paralel gelecek şekilde katlıyoruz. Şekil 13’teki gibi kat izi oluşturacağız, bunun için 12. ve 13. adımdaki katlamalarımızı tekrar açıyoruz.
14-Sol tarafın tek katını sağa doğru çeviriyoruz ve alt ucu yukarı doğru ters olarak çeviriyoruz ve sağa çevirdiğimiz tek katı tekrar sola çeviriyoruz. Böylece alt uç iki katın arasından yukarıya doğru katlanmış oluyor. Sağ tarafı da aynı şekilde katlıyoruz. Kuşumuzun kafasını yapmak içinse, sol uçtaki noktayı iki katın arasından aşağıya doğru eğimli bir şekilde katlıyoruz.
15-Kanatlar için üst üçgen iki yandan aşağı doğru katlanabilir ya da elimizle aşağı doğru çekmemiz yeterli olacaktır.
16-Kuşumuzu uçurmak için boyun bölgesinden kanatların başlangıç yerini de tutacak şekilde tutuyoruz ve kuyruğunu sağa doğru çekiyoruz. İşte uçan kuşumuz…
Not: http://www.origamisan.org/diyagramlar/koepek-katliyoruz (Bu köpek de çok şeker)
5 Mayıs 2008 Pazartesi
HAYAT: Bazen Sevinçler, Bazen Hüzünler
Günlerden Pazartesi, yeni bir hafta başlıyor. Haftasonu her zamanki gibi hızla geçti. Cuma günü arkadaşlarımız geldi ve birlikte pizza sipariş edip dizimizi izledik. Sonrasında “jenga” oynadık. Ben yıkmadım yuppiii… Bu arada söylemeyi unuttum, haftasonu ailemizi görmeye gidemedik. Eşim izin alamadı ne yazık ki:( Hatta 19 Mayıs’ta Kapadokya’ya da gidemeyeceğiz. Neyse bu can sıkıcı konuları hemen geçiyorum. Cumartesi eşimin canı biraz sıkkın olduğundan biraz buralardan uzaklaşmak istedi. Arkadaşlarımızla şehrin biraz uzağına pide yemeye gittik ve dönüşte de bu akşamki bovling turnuvası için alıştırma yaptık. Sanki bu akşam rezil olacağız gibi ama umarım olmaz :) Eşimin denetleme kurulu’nda yer aldığı dernek bir organizasyon yaptı ve şirketten 60 kişilik bir katılım olacak. Yarışmacı olarak katılan beş bayan var üçü bizim ekipte :) Gururumuzla savaşacağız. Cumartesi günü en iyi eşim oynadı ama o da ne yazık ki müdürlük durumundan başka takımda :) Bir strateji geliştireceğiz daha 2 saat var. Umutlar tükenmez. Bakarsınız bir mucize olur ve biz hep “strike” yaparız.
Bugün benim için mutluluk verici bir diğer olay da, doğum yapacak olan bir arkadaşımın yolladığım paketi çok beğendiğini ve mutlu olduğunu duymak oldu. Bebişi için giysi, patik, çorap, oyuncak, ninni cd’si, kapı süsü gibi şeyler yollamıştım. Çok beğenmiş. O paketi hazırlamak benim için de çok mutluluk vericiydi. Yakın arkadaşlarımdan birinin ilk defa bir bebeği olacak ne kadar güzel. Aslında bu hikayenin bir de acıklı yönü var. Aslında bebeğin annesi de şu an arkadaşım olmasına rağmen asıl babası ortaokuldan beri yakın arkadaşımdır. En sevdiklerimden. Öyle iyi, öyle temizdir ki. Üniversiteye gittikten sonra bile grup olarak birbirimizden kopmadık. Ara sıra birbirimizi arardık. Onlar zaten bir erkek grubuydu. Ben de içlerinden ikisiyle samimi bir kız :) Daha sonraları grubumuz büyüdü diğer arkadaşlarımız da eklendi. Ama üniversite yıllarında biz hep araşır birbirimizi bilgilendirirdik. Teko mesela eşiyle ilk tanıştığı zamanlarda hemen bana anlatmıştı. Nasıl da heyecanlıydı, sonradan resimlerini yollamıştı. Güzel di mi demişti. Tabi ki çok güzeldi. Canım ya.
İşte bu güzel insan, askere giderken kötü bir trafik kazası geçirdi. Erkek kardeşi, annesi ve Teko vefat ettiler. Şu an yazarken yeniden çok kötü oldum. “Allah rahmet eylesin.” Teko giderken eşi bir aylık hamileydi. Şimdi çok şeker bir kızları olacak. Bizim de ilk yeğenimiz. Umarım ömür boyu çok mutlu olur, sağlıkla yaşar. Keşke babasını da tanıyabilseydi. O şeker, herkesi güldüren, bir kere bile yüzünü asık göremeyeceğiniz babasını :(
Bir keresinde lisedeyken Teko bizlere tebeşir fırlatırken yanlışlıkla bir arıyı vurup öldürmüştü. Bizim için yılın konusuydu :) Bir keresinde de yine tebeşirle vurmuştu beni offf nasıl da canım yanmıştı. Ne güzel günlerdi lise günleri. Daha doğrusu arkadaşlıklar, bir arada olmak. En son düğünümde görmüştüm. Karşılıklı oynamıştık.
Bir de isim hikayesi vardır Teko’nun. Çok iyi niyetli olduğundan herkes bulaşır, takılırdı Teko’ya. Kendilerine gülecek malzeme çıkarmaya çalışırlardı. Teko’da hepsini normal karşılar onlar birlikte güler, kendisiyle ilgili espriler yapardı. Sevmeyen yoktur bu nedenle onu. Ne diyordum işte isim hikayesi: orta 1’deyiz müzik dersinde, hoca tempo tutturuyor bize. Düm tek tek, düm tek tek… Bizim Teko dalmış, herkes susmuş. Teko, tek tek, tek tek bağırıyor. İşte o gün bugündür “Tekomuzdur” o bizim. Hep "Tek Tek" diye çağırdık. Kim ismi koydu, nasıl oldu anlamadık ama kendisi de kabullenmişti durumu :))
Gönlümüzün Teko’su huzurla yat. Seni Seviyoruz.
Bugün benim için mutluluk verici bir diğer olay da, doğum yapacak olan bir arkadaşımın yolladığım paketi çok beğendiğini ve mutlu olduğunu duymak oldu. Bebişi için giysi, patik, çorap, oyuncak, ninni cd’si, kapı süsü gibi şeyler yollamıştım. Çok beğenmiş. O paketi hazırlamak benim için de çok mutluluk vericiydi. Yakın arkadaşlarımdan birinin ilk defa bir bebeği olacak ne kadar güzel. Aslında bu hikayenin bir de acıklı yönü var. Aslında bebeğin annesi de şu an arkadaşım olmasına rağmen asıl babası ortaokuldan beri yakın arkadaşımdır. En sevdiklerimden. Öyle iyi, öyle temizdir ki. Üniversiteye gittikten sonra bile grup olarak birbirimizden kopmadık. Ara sıra birbirimizi arardık. Onlar zaten bir erkek grubuydu. Ben de içlerinden ikisiyle samimi bir kız :) Daha sonraları grubumuz büyüdü diğer arkadaşlarımız da eklendi. Ama üniversite yıllarında biz hep araşır birbirimizi bilgilendirirdik. Teko mesela eşiyle ilk tanıştığı zamanlarda hemen bana anlatmıştı. Nasıl da heyecanlıydı, sonradan resimlerini yollamıştı. Güzel di mi demişti. Tabi ki çok güzeldi. Canım ya.
İşte bu güzel insan, askere giderken kötü bir trafik kazası geçirdi. Erkek kardeşi, annesi ve Teko vefat ettiler. Şu an yazarken yeniden çok kötü oldum. “Allah rahmet eylesin.” Teko giderken eşi bir aylık hamileydi. Şimdi çok şeker bir kızları olacak. Bizim de ilk yeğenimiz. Umarım ömür boyu çok mutlu olur, sağlıkla yaşar. Keşke babasını da tanıyabilseydi. O şeker, herkesi güldüren, bir kere bile yüzünü asık göremeyeceğiniz babasını :(
Bir keresinde lisedeyken Teko bizlere tebeşir fırlatırken yanlışlıkla bir arıyı vurup öldürmüştü. Bizim için yılın konusuydu :) Bir keresinde de yine tebeşirle vurmuştu beni offf nasıl da canım yanmıştı. Ne güzel günlerdi lise günleri. Daha doğrusu arkadaşlıklar, bir arada olmak. En son düğünümde görmüştüm. Karşılıklı oynamıştık.
Bir de isim hikayesi vardır Teko’nun. Çok iyi niyetli olduğundan herkes bulaşır, takılırdı Teko’ya. Kendilerine gülecek malzeme çıkarmaya çalışırlardı. Teko’da hepsini normal karşılar onlar birlikte güler, kendisiyle ilgili espriler yapardı. Sevmeyen yoktur bu nedenle onu. Ne diyordum işte isim hikayesi: orta 1’deyiz müzik dersinde, hoca tempo tutturuyor bize. Düm tek tek, düm tek tek… Bizim Teko dalmış, herkes susmuş. Teko, tek tek, tek tek bağırıyor. İşte o gün bugündür “Tekomuzdur” o bizim. Hep "Tek Tek" diye çağırdık. Kim ismi koydu, nasıl oldu anlamadık ama kendisi de kabullenmişti durumu :))
Gönlümüzün Teko’su huzurla yat. Seni Seviyoruz.
1 Mayıs 2008 Perşembe
Dostlar
İlk sobem :) Sevgili Çınarcım beni "kitap sevgisi" konusunda sobeledi. Kitaplarla ilgili anılarımdan bahsetmek için iyice gerilere gidip okumayı ilk sevdiğim zamanları düşündüm. Aklıma ilk gelen ilkokuldaki okul kütüphanesi oldu. İlkokulda arkadaşlarımın çoğu hareketli, canavar gibi kızlardı bense biraz fazla içine kapanık, sessiz ve utangaç bir kızdım. Bu nedenle yalnız bir çocuktum. İşte bu ruh halindeyken kütüphane benim en iyi arkadaşım olmuştu. Öğle arası 1 saat olduğundan ve ben o zamanlar yemeğe pek düşkün olmadığımdan, zil çalar çalmaz bir tost yiyip, sonrasında da kütüphaneye çıkardım. Hala gözümde huzur dolu büyülü bir mekan. Her öğle arası aynı yerime oturur zevkle kitabıma kaldığım yerden devam ederdim. Orada okuduğumu hatırladığım kitaplar; Binbir Gece Masalları ve Tom Sawyer. Ne yazık ki daha fazlasını hatırlayamıyorum. Bir de hatırladığım bütün kitapların mavi ciltli olduğu. Küçük mavi ciltli kitaplar :)
Ortaokula geçtiğimizde bana roman okumayı sevdiren Türkçe öğretmeniz olmuştu. Aslında çoğu insan için zorlama gibi gelen ödev benim için bir harika olmuştu. Öğretmeniz beni romanların büyülü dünyasıyla tanıştırmıştı. Okumamızı isteği ilk kitap “Vurun Kahpeye” idi. Daha sonrada Çalıkuşu’nu okutmuştu. Bir de Kumral Ada Mavi Tuna’yı önermişti ama onu üniversite’de okuyabilmiştim. İşte bu kitaplarla tanışmanın ardından kitap sevdam başlamıştı. Ama itiraf etmeliyim İngilizce okuma derslerimizdeki kitapları bir türlü sevemedim, çünkü onlar bana ortaokuldaki kötü notlarımı hatırlatıyorlar. Yani Hemingway’den Silahlara Veda, Steinbeck’ten İnci, Dickens’tan İki Şehrin Hikayesi vs. ne kadar güzel olsalar da bana kötü anları hatırlatıyorlar.
Roman sevdam Reşat Nuri Güntekin’den - Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü, Acımak, İpek Ongun’dan - Bir Genç Kızın Gizli Defteri, Yaş On Yedi, V.C. Andrew’tan - Cennet vs. sonrasında Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar, Gizli Ev, Martı, Zeliş.
Üniversite dönemlerinde de Nietzsche Ağladığında, Annem Hakkında Her Şey, Yüzüklerin Efendisi serisi, Veronika Ölmek İstiyor, Piramitlerin Kızı, Safiye Sultan serisi, Ahmet Altan kitapları vs.
İş hayatıma başladıktan sonra Maeve Bincy kitapları, Şibumi, Çılgın Türkler, Da Vinci Code, Küçük Prens, Katya’nın Yazı, Ferrarisini Satan Bilge, Karamozov Kardeşler, vs. şeklinde devam eder.
İnsanların beğendiği kitapları hep merak ederim. Kitap önerileri çok hoşuma gider. Sohbetlerimde “Ne okuyorsun’u” çok sık duyarsınız. Çınarcım sağolsun bu konuda bana çok yardımcıdır. İş arkadaşım da bir okursever olduğu için ve rus edebiyatı konusunda derin bilgilere sahip olduğu için ondan da sık sık öneriler alırım. Gerçi son zamanlarda sohbet konusu kitaplardan çok Lost, Heroes vs.vs. gibi gözükse de kitapların yeri her zaman ayrıdır.
En beğendiğim diye sıralayamasam da beğeniyle okuduğum aklıma gelen üç kitabı önermek istiyorum. Kitap önerisi yapmak isteyenlerin önerilerini de yorumlarda bekliyorum. Benim önerilerim:
1-Saraydan Sürgüne (Kenize Murad): Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul'da Çırağan Sarayı'nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi zeten gerçek bir masal olarak yazılmıştı. Üstelik masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar masalsıydı bu hayat.
2-Veronika Ölmek İstiyor (Paulo Coelho): Veronika, görünüşte, her istediğine sahip bir genç kadındır; renkli bir yaşam sürür, yakışıklı erkeklerle gezip tozar, ama mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Bir gün ölmeye karar verir. Aşırı dozda ilaç alınca hastaneye kaldırılır. Orada kendisine birkaç günlük ömrü kaldığı söylenir. Akıl hastanesinde kaldığı sürece çeşitli insanlarla, çeşitli dünyalarla tanışan Veronika, yabancısı olduğu yeni duyguları keşfeder: Kin, korku, aşk, hatta cinsellik. Ölümü beklerken, çevresindeki insanları gözlemlerken, Veronika, varoluşunun her dakikasının yaşamla ölüm arasında bir seçim olduğunun farkına varır.
3-Geri Döneceksin (Maeve Binchy): Maeve Binchy, kadınların yalnızlıklarını, umutlarını, aşklarına sahip çıkışlarını, hayata karşı direnişlerini ortaya koyuyor. Onun kahramanları her şeye rağmen gözyaşlarını arkada bırakarak yaşamayı sürdürüyor. (Yorumlar netten alınmıştır.)
Şu anda okumakta olduğum “Hayatın Kaynağı” düşündüren, insanların karakterlerini ortaya koyan sürükleyici bir kitap. Alışveriş listemdekiler ise: Kadın "İkinci Cins" Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı, Bağımsızlığa Doğru 3 Cilt Takım - Simone de Beauvoir ve İkna - Jane Austen.
Kitap denilince çok geveze oluyorum sanırım. İşte kitaplar ile dostluğum bu şekilde. Onlardan söz açılınca hepsinden bahsetmek hep konuşmak istiyorum ama bu kadar :)
Not: Sevgili Çınar ve Öykücü’den aldığım fikir ile bende kitabımı çantama attım ve dün saçlarımı boyatmaya gittiğimde hiç sıkılmadım. Çantada kitap olayı çok hoşuma gitti. Çınarcım’ın kitap gezdirme huyunu zaten biliyordum ama denememiştim. Sadece iş yerinde öğle arası vakit buldukça yapıyordum. Kuaförde de çok işe yarıyormuş :)
Ortaokula geçtiğimizde bana roman okumayı sevdiren Türkçe öğretmeniz olmuştu. Aslında çoğu insan için zorlama gibi gelen ödev benim için bir harika olmuştu. Öğretmeniz beni romanların büyülü dünyasıyla tanıştırmıştı. Okumamızı isteği ilk kitap “Vurun Kahpeye” idi. Daha sonrada Çalıkuşu’nu okutmuştu. Bir de Kumral Ada Mavi Tuna’yı önermişti ama onu üniversite’de okuyabilmiştim. İşte bu kitaplarla tanışmanın ardından kitap sevdam başlamıştı. Ama itiraf etmeliyim İngilizce okuma derslerimizdeki kitapları bir türlü sevemedim, çünkü onlar bana ortaokuldaki kötü notlarımı hatırlatıyorlar. Yani Hemingway’den Silahlara Veda, Steinbeck’ten İnci, Dickens’tan İki Şehrin Hikayesi vs. ne kadar güzel olsalar da bana kötü anları hatırlatıyorlar.
Roman sevdam Reşat Nuri Güntekin’den - Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü, Acımak, İpek Ongun’dan - Bir Genç Kızın Gizli Defteri, Yaş On Yedi, V.C. Andrew’tan - Cennet vs. sonrasında Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar, Gizli Ev, Martı, Zeliş.
Üniversite dönemlerinde de Nietzsche Ağladığında, Annem Hakkında Her Şey, Yüzüklerin Efendisi serisi, Veronika Ölmek İstiyor, Piramitlerin Kızı, Safiye Sultan serisi, Ahmet Altan kitapları vs.
İş hayatıma başladıktan sonra Maeve Bincy kitapları, Şibumi, Çılgın Türkler, Da Vinci Code, Küçük Prens, Katya’nın Yazı, Ferrarisini Satan Bilge, Karamozov Kardeşler, vs. şeklinde devam eder.
İnsanların beğendiği kitapları hep merak ederim. Kitap önerileri çok hoşuma gider. Sohbetlerimde “Ne okuyorsun’u” çok sık duyarsınız. Çınarcım sağolsun bu konuda bana çok yardımcıdır. İş arkadaşım da bir okursever olduğu için ve rus edebiyatı konusunda derin bilgilere sahip olduğu için ondan da sık sık öneriler alırım. Gerçi son zamanlarda sohbet konusu kitaplardan çok Lost, Heroes vs.vs. gibi gözükse de kitapların yeri her zaman ayrıdır.
En beğendiğim diye sıralayamasam da beğeniyle okuduğum aklıma gelen üç kitabı önermek istiyorum. Kitap önerisi yapmak isteyenlerin önerilerini de yorumlarda bekliyorum. Benim önerilerim:
1-Saraydan Sürgüne (Kenize Murad): Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul'da Çırağan Sarayı'nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi zeten gerçek bir masal olarak yazılmıştı. Üstelik masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar masalsıydı bu hayat.
2-Veronika Ölmek İstiyor (Paulo Coelho): Veronika, görünüşte, her istediğine sahip bir genç kadındır; renkli bir yaşam sürür, yakışıklı erkeklerle gezip tozar, ama mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Bir gün ölmeye karar verir. Aşırı dozda ilaç alınca hastaneye kaldırılır. Orada kendisine birkaç günlük ömrü kaldığı söylenir. Akıl hastanesinde kaldığı sürece çeşitli insanlarla, çeşitli dünyalarla tanışan Veronika, yabancısı olduğu yeni duyguları keşfeder: Kin, korku, aşk, hatta cinsellik. Ölümü beklerken, çevresindeki insanları gözlemlerken, Veronika, varoluşunun her dakikasının yaşamla ölüm arasında bir seçim olduğunun farkına varır.
3-Geri Döneceksin (Maeve Binchy): Maeve Binchy, kadınların yalnızlıklarını, umutlarını, aşklarına sahip çıkışlarını, hayata karşı direnişlerini ortaya koyuyor. Onun kahramanları her şeye rağmen gözyaşlarını arkada bırakarak yaşamayı sürdürüyor. (Yorumlar netten alınmıştır.)
Şu anda okumakta olduğum “Hayatın Kaynağı” düşündüren, insanların karakterlerini ortaya koyan sürükleyici bir kitap. Alışveriş listemdekiler ise: Kadın "İkinci Cins" Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı, Bağımsızlığa Doğru 3 Cilt Takım - Simone de Beauvoir ve İkna - Jane Austen.
Kitap denilince çok geveze oluyorum sanırım. İşte kitaplar ile dostluğum bu şekilde. Onlardan söz açılınca hepsinden bahsetmek hep konuşmak istiyorum ama bu kadar :)
Not: Sevgili Çınar ve Öykücü’den aldığım fikir ile bende kitabımı çantama attım ve dün saçlarımı boyatmaya gittiğimde hiç sıkılmadım. Çantada kitap olayı çok hoşuma gitti. Çınarcım’ın kitap gezdirme huyunu zaten biliyordum ama denememiştim. Sadece iş yerinde öğle arası vakit buldukça yapıyordum. Kuaförde de çok işe yarıyormuş :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)